Muhafazakar yanılgı

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in kız çocuklarını okula göndermek istemeyen velileri ikna etmek için gerekirse kız okulları açılabileceğine ilişkin görüşü kamuoyunda sert tepkilerle karşılandı. Ancak açıklamaya destek verenler de vardı. Bunlardan biri olan Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici’ye göre, bu öneriye laiklik adı altında karşı çıkanların asıl niyetleri inanç-din düşmanlığıydı. Milli Eğitim Bakanı’nın önerisi önümüzdeki eğitim öğretim yılına yetiştirilmeli ve derhal hayata geçirilmeliydi. BBP lideri vurucu cümleyi sona bırakmıştı: “Hayatımızı, eğitim sistemimizi, üniversitelerimizi ya da hastanelerimizi emperyalist Batı'ya ya da sola göre dizayn etmek zorunda değiliz.” 

Destici’nin açıklaması, bizi biz yapan nedir sorusuna, hem de antiemperyalizm maskesi altında, kültürcü bir cevap olmuş. Sağ-sol ve emperyalizm gibi kavramları ekonomik ve siyasal temelleriyle değil kültürel değerler ve davranış pratikleri temelinde tanımlamış. Bu açıklamaya göre dinimiz karma eğitime karşıdır. Karma eğitimden yana olanlar dinimize karşıdır. Dolayısıyla sağcılar dindardır, solcularsa dinsiz!

Bizim muhafazakârların bir kısmı iki yüz yıldır “Batı’nın ilmini, tekniğini alalım, ahlakını almayalım” diye özetledikleri fantastik bir görüşün saçmalığını idrak edemediler. Artık Batı matı kalmadı. Bundan böyle modernleşme tartışmalarında insanlık Asya’ya bakacak. Yanlış sorular sormakta ısrar edenler Doğu’nun ilmini alalım ama ahlakını almayalım hikâyeleriyle önümüzdeki yüzyılı da harcayabilirler. Ama arkada kalan dönemde Batı dedikleri yerin salt kültürel bir coğrafya olduğunu ve modern uygarlığın bir manav tezgâhına benzediğini zannettiler. Bizi biz yapanın feodal-geleneksel toplumun kurumları ve ilişkileri olduğunu sandılar. Bu nedenle katı bir kadın-erkek ayrımına dayalı cinsiyetçi ilişkilerin bizi Batılı ötekinden ayıran öz değerimiz olduğunu iddia ettiler. Destici’nin destek açıklaması bunun tipik bir örneği ve ne çağdaşlaşmayı ne de ne de emperyalizmi anlayabildiğini gösteriyor.

Bizde Yeni Osmanlılar’dan bu yana çağdaşlaşma, Doğu-Batı ve kimlik tartışmalarının travmatik konusudur bu. Çok partili rejime geçtikten sonra sağ partiler ve aydınlar tarafından devralınmış, sağın marjlarına gidildikçe travma daha ağır biçimde dışa vurulmuştur. Buna göre, çağdaşlaşma “Batılılaşma”dır. Mademki batılı olunacaktır, o halde bilim, teknik ve sanayi gibi maddi ürünler alınmalı, din, ahlaki değerler, zevkler, eğlence tarzları, gündelik yaşam ve ilişki tarzları gibi maneviyata dair hususlar ithal edilmemelidir. Çünkü bizi biz yapan şeyler tam da o manevi unsurlar, Gökalp’in ifadesiyle hars’tır (milli kültür).

Aslında burada öz değerlerimiz diye kastedilen ve bizi biz yaptığı söylenen şeyler geleneksel-feodal toplumun kurumları ve ilişki sistemleriydi. Sorunu doğru koyamayan, doğru soruyu soramayanların verdikleri cevaplar da yanlıştı. Batı’yı tarif ederken kültürel değerlerden yola çıkıyor, böylece Batı deyince Hıristiyanlığı görüyorlardı. Doğal olarak kendi özümüzü de İslamiyetle açıklıyorlardı. Ama kapitalist sanayi uygarlığı aşamasına ulaşmış olan Batılı toplumlar gerçekte ortaçağ Hıristiyan toplumunun örgütlenmesini aşmışlardı. Onlar artık feodal Avrupa’nın Hıristiyan toplumlarından daha fazlasıydılar. Oysa Türk toplumu henüz büyük ölçüde feodal çağların kurumları ve ilişkileri içinde yaşıyordu. İşte bu aşamada Batı’nın ekonomi-politik olarak değil, kültürel olarak tarif edilmesiyle, bizim elimizde geleneksel toplumun kurum ve ilişkileri kalıyor, özümüzden olmamak için onlara sıkı sıkıya sarılmaktan başka çare bulunamıyordu. Bu nokta bizim sağcıları gericileştiren noktadır.

Bizim muhafazakârların bir kısmı zamanında Batı’nın ilim ve tekniğini, ancak ahlakıyla birlikte almaları gerektiğini hiçbir zaman anlamadılar. Ne demekti Batı’nın ahlakını almak? Bu sorunun doğru cevabı, Abdullah Cevdet gibi ne varsa alalım toptancılığından değil, Atatürk’ün eylemli olarak gösterdiği biçimde verilmeliydi.

Geçmişte Batı, sanayi uygarlığının merkeziydi. Onun gibi olmak isteyenlerin, onu uygarlık merkezi yapan bilimi, tekniği ve yetenekleri, kültürel ortamıyla birlikte kendi topraklarında inşa etmesi gerekir. Bilimi, bilim felsefesi ile birlikte almak zorundasın yoksa alamazsın. Teknolojiyi eleştirel düşünme, merak, sorgulama ve icatçılığı teşvik eden kültürel ortamıyla birlikte alabilirsin. Yoksa ancak üretilmiş olanı tüketirsin. Teknoloji, bilim, felsefe, sanat, spor yani uygarlık verimleri bir bütündür. Yüksek verim verebilmeleri için düşünce özgürlüğü yani düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün varlığı şarttır. Bilime ve sanata yani bunları üretenlere saygı duyulan bir kültürel iklim şarttır. Farklı fikir sahiplerinin toplumsal ve siyasal baskı altında tutulmaması, kültürel dogmaların zorlamasına uğramaması gerekir. (1) Atatürk Cumhuriyeti’nin yaptığı buydu. Bu yüzden kısa sürede her alanda büyük sıçrama yaptı. Yüz yıl sonra kendi özümüzü savunuyormuş gibi yapıp feodal çağların ilişki ve kurumlarına dönüşü savunanların, Türkiye’nin bilim ve kültür hayatını çölleştirmek dışında bir ufukları olabilir mi?

(1) Sina Akşin, Önsöz, Türkiye Tarihi c.4, Çağdaş Türkiye (1908-1980), Yay. Yön. Sina Akşin, Cem Yay., İst., 2008, s.17