Muhalefetin bunalımı

Erdoğan ile Putin arasındaki görüşmenin ayrıntılarına bakıldığında, kısa vadede kazanım sağlayan ama orta vadede krizin yeniden doğmamasını garanti etmeyen kırılgan bir anlaşma yapıldığı görülüyor. Bu kırılganlık İdlib’in bir “sıkışma bölgesi” olmasıyla ilişkili. Öte yandan Türkiye hükümetinin ÖSO’ya karşı “ılımlı” yaklaşımı ve bu grubun geleceğinin Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde nasıl sonuca ulaştırılacağının belirsizliği de sürüyor. Belirsizlik ve sıkışma, bölgenin hem HTŞ gibi cinayet şebekeleri hem de ABD tarafından açık kışkırtma ortamı olarak kullanılmasına imkân sağlıyor. Bu nedenle, kesin ve sonuç alıcı bir eylem planına bağlanmadığı müddetçe, Türkiye-Rusya mutabakatları kışkırtmalara açık olmayı sürdürecek.

Otuz üç şehit vermemizin ardından yaşanan krizde en dikkat çekici hususlardan biri, milli bir meselenin muhalefet tarafından ele alınışı ve önerilen çözümlerin rasyonalitesi ile ilgiliydi. Vatan Partisi, sürecin başından itibaren devlet aklı çağrısı yaparak, taraflara sorumluluklarını hatırlattı. Buna karşılık parlamentonun iki büyük muhalefet partisi, aldıkları tavırlarla, yarın tek başlarına iktidarda olsalar, böylesi krizleri yönetmekte nasıl davranabileceklerine ilişkin fikir edinmemizi sağladılar.

Suriye meselesinde süreci doğru okumakta ve dolayısıyla yönetmekte en çok zorlanan iki aktörün MHP ve CHP olduğu görüldü. MHP, bir süredir yayılmacılık siyasetini “miliyetçilik” diye sunmaya çalışan, başka ülkelerin vilayetlerini Türkiye’nin plakasına ekleme ajitasyonları yapan ilginç bir çizgi izliyor. Son krizde Bahçeli’nin konuşmalarını dinleyen biri, sanki reel dünya dinamikleri yokmuş, dünya teritoryal devletler çağında değilmiş, bölgede Rusya ve İran gibi jeopolitik güç merkezleri yokmuş da, fetihler çağındaymışız gibi bir izlenim edinebilir. Bahçeli Şam’a girme çağrısı yaptı, Soçi’den bir sonuç çıkmaz, diplomasiyi boş verelim dedi ve Rusya’dan tazminat talep edilmesini isteyip Suriye’ye savaş açmak anlamına gelecek bir eylem planı önerdi. Meclis’te yaptığı grup konuşmasında Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı, bir Türkün dünyaya bedel olduğu gibi vurgular vardı. Ancak tuhaf biçimde aynı Bahçeli, son krizde birden NATO üyesi olduğumuzu hatırladı ve saldırının bütün NATO üyelerine yapılmış sayıldığını hatırlattı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetmeye talip bir liderin, siyasi tarihten, uluslararası ilişkiler birikiminden, jeopolitikten ve siyasi tecrübeden bu denli nasipsiz biçimde konuşması, ciddiye alınmayabilir, iç kamuoyuna yönelik siyasi ajitasyon olarak görülüp geçilebilir şüphesiz. Ancak aynı zamanda, süreci doğru okumak ve doğru strateji geliştirmek için gereken kurmaylık birikiminin zayıflığına da işaret etmez mi? Böylesi bunalımlı dönemlerde siyasal partilerin en önemli sermayesi, kurmaylık birikimleridir. MHP’nin o düzlemdeki eksiklikleri, hem Türkiye’nin NATO üyeliği sorgulanmalıdır diyen hem NATO’yu göreve çağıran, hem Rusya ile ilişkilerimizde aklıselimin hâkim olmasını isteyen hem savaş çağrısı yapan acayip bir siyaset tarzını karşımıza çıkartıyor.

Öte yandan CHP’nin durumu da pek iç açıcı değil. Kılıçdaroğlu yönetimi, Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığına devam ettiğini iddia etmekle kalmıyor, bunu can-ı gönülden istiyor. Türkiye’nin batı sistemi ile girdiği çelişkili süreç, en çok sosyal demokratların canını sıkmış görünüyor. Bu nedenle her çelişkide, her tutarsızlıkta BOP eşbaşkanlığını yeniden keşfetme arzusu içinde yanıp tutuşuyorlar. Asya’ya yönelme süreçlerinden duyulan rahatsızlık, son olayda Erdoğan’ın Putin ile görüşmesine itirazda bir kez daha açığa vuruldu. Öte yandan CHP yönetimindeki -ve maalesef tabanındaki- batı yanlısı yanlış mevzilenme, milli menfaatleri koruyayım derken bozgunculuk yapmakla sonuçlanabiliyor. Geçenlerde İstanbul’un CHP’li ilçe belediye meclis üyeleri bir açıklama yayınladılar. Açıklamada “Duvarları sıvalı evlerde yaşayan yoksul halk çocuklarının neden göz göre göre ölüme sürüklendiği açıklanmaya muhtaçtır” denildi. Görünüşte Mehmetçiğe kol-kanat geren bu ifadeler gerçekte hükümetin stratejisini eleştirmekle Mehmetçiğin moralini bozmak arasında ayrım yapamamak anlamına geliyor. Mehmetçik Suriye’de bir görev yapıyor. Bu görevin milli menfaatlerimiz açısından daha doğru tanımlanmasını istemek başka bir şeydir orada savaşan askere “siz boşuna ölüyorsunuz” demek başka şey. CHP yönetiminin bu ayrımı yapacak birikime sahip olmadığı anlaşılıyor.

Süreci okumaktaki iki farklı yanılgı biçimi, gerçek üstü karakter taşıyan farklı tepkilerin üretilmesine neden oluyor. Türkiye ile Rusya arasındaki son mutabakatın nihai bir çözüm getirmek yerine taraflara zaman kazandıran, bu haliyle de kırılganlığa açık yönü -eğer böylesi istenmeyen bir sonuç ortaya çıkarsa- her iki partinin de kendi durdukları yerin haklılığının kanıtı olarak algılanacak. Gerçekte ise muhalefetin tarihsel gelişmenin dışına yuvarlanması dışında bir sonuç üretmeyecek.