Muhsin Ertuğrul ve Haremdeki tutsak kadınlar

Muhsin Ertuğrul’u - sinema ve tiyatro alanında- cumhuriyetin oluşturmak istediği, ya da gereksinme duyduğu , aydın, ilerici, yenilikçi, yaratıcı ve uygulayıcı, özgür “birey” tipinin prototipi olarak değerlendirmek mümkündür. Bu prototip üstelik Cumhuriyetin ideolojisine de denk düşer. Çünkü o; Osmanlı’nın içinde yetişmiş, ama Osmanlı’ya alternatif olmuş bir özelliğe sahiptir. Osmanlı’nın içinde yetişmesi, onun geleneksel sanatlar içinde yoğrulup biçimlenmesinde, alternatifliği ise, yenilikçi ve eskisini değiştirme isteğinde yatar. Ertuğrul, alışılmış olanın dışına çıkan, her bir yenliği karşı çıkan bir toplum içinde yetişmiş olmasına karşılık, sanata ve kendine duyduğu aşırı güvenle Cumhuriyetin gereksinmesini duyduğu bir birey boşluğunu doldurmanın üstesinden gelebilmiştir.
Muhsin Bey, yalnızca ilgi duyduğu sanatta yaratma-üretmeyi değil, aynı zamanda üretilen olgunun alt yapısını kurma gibi bir özelliğe da sahiptir. Dışarda bu tür eylemlerde bulunan Muhsin Bey, 1922’de döndüğü ülkesinde de, yeni rejimin ideolojisine-gereksinimine uygun şekilde uygular. Bu da onu, Cumhuriyetin ilk yıllarında, her kurulan yeni bir alanın- ki bu sinemadır- tek kişisi, kimilerine göre ise tekelci konumuna getirir. .
Muhsin Bey, daha ilk filminde sinemanın ticari açıdan başarılı olması gereken formülü bulmuştur. Bu değişmez formül; magazin-din ve milli duyguları okşamaktır. Magazin değişen yaşam biçimini, milli duygular dumanları tüten Kurtuluş Savaşı’ndan destek alan vatan-millet sevgisini, din istismarı ise, bir önceki rejimin olumsuzluğu ile gelecek yeni rejimin erdemlerini ortaya koyar.
Muhsin Bey’in ikinci filmi, Kurtuluş Savaşı’nın ünlü onbaşısı Halide Edip Adıvar’ın aynı adlı eserinden sinemaya aktarılan Ateşten Gömlek olur. Bu filmin önemi, sinema dilinden değil de, Türk sinema tarihinde bir ilki gerçekleşmesinden kaynaklanır. O güne dek çevrilen tüm filmlerde (Pençe, Casus, Binnaz, Mürebbiye, Bican Efendi vs...) oynayan tüm kadın oyuncular gayr-ı Müslüm olan vatandaşlardandır. Çünkü, Müslüman Türk kadının sahnede ve perdede gözükmesi yasaktır. Muhsin Bey, bir taşla iki kuş vurmak için önce Kurtuluş Savaşını konu alan bir eser seçer, ikincisinde ise bu filmindeki iki kadını Müslüman Türk kadının oynamasını ister. O dönemin Cumhuriyet aydınları bu konuya sıcak bakmalarına karşılık, radikal bir tavır almaktan çekinirler. Ya da koşullarını oluşmasını beklerler. Muhsin Bey, koşulların oluştuğuna inanır ve işi kökünden çözmek ister ve bu konuyu o yıllar devlette önemli bir görevi bulunan Adnan Adıvar’a açar. Adıvar net olarak olumlu ya da olumsuz bir şey söylemeyince de, bunu olumluya yorumlayarak iki Müslüman Türk kadının arayışına koyulur. Bir gazete ilanı sonucu onları da bulur. Bu kişiler, daha sonra Muhsin Bey’in eşi olan Neyyire Neyyir ile, daha sonra tiyatronun duayenleri arasına giren Bediha Muvahhit olur. Böylece Muhsin Bey, yeni rejimin hoşgörüsünden - ya da bir tabuyu yıkmasından- yararlanarak sinemada ilk Müslüman Türk kadını oynatan ve onun yolunu açan kişi olur.
Ne ilginç bir rastlantıdır ki, Muhsin Ertuğrul’un ilk Müslüman Türk kadınını perdeye yansıttığı yıllarda Amerikalı kadın bir gazeteci, haremdeki tutsak kadınlar üzerine bir araştırma yapmak için Türkiye’ye gelir. Ama Amerikalı kadın gazetecinin haremde aradığı kadın, artık orada değil, olması gereken yerde; yani sahne ve perdededir.