Muhtıra bilmecesi (TAMAMI)
Şu muhtıra sözünden hiç hoşlanmam.
Birileri muhtıra vermeye kalktılar mı, arkasından sıkıntılar başlar.
12 Eylül’den önce böyle bir muhtıra verilmişti. Muhatabı belirsiz o muhtıra kapı, kapı dolaştı ve kimse üstüne alınmadığı için de çöpe gitti. Arkasından 12 Eylül gelince anladık ki; muhtıranın anlamı belliymiş! Aradan yıllar geçti ve bu kez 2012 yılı Ağustosu’nun 28. günü Sayın Meclis Başkanı Cemil Çiçek bir mutabakat muhtırası açıkladı. Çiçek muhtıra verecek bir makamda oturmuyor. TBMM onun istediği ve çağırdığı an toplanabilir. Kaldı ki Sayın Meclis Başkanı’nın bir partiler üstü mutabakat çağrısı yapmak gibi bir istek için imzalı bir muhtırayı kağıda dökmeye galiba yetkisi de yok. Merakımdan Sayın 9. Cumhurbaşkanımız Demirel’ e sordum. Aldığım yanıt şu oldu:
“Sen de ben de bir muhtıra kaleme alsak, ne kadar önemliyse o kadar önemlidir. Devlet hayatında mecis başkanlarının muhtıra yazmak gibi bir yetkileri de yoktur. Onun yetkisi varsa, muhtıra yazacağına Silivri’deki milletvekillerini dışarı çıkarsınlar.”
Cemil Çiçek ne demek istiyor?
Muhtıra bir mutabakatı içeriyor ama, hem zamanlaması hem de üslubu hayli ilginç. O kadar ilginç ki; içeriği örneğin devletin bekasından, üniter yapının korunmasından söz ediyor ve partileri birleşip teröre çare bulmaları yolunda mutabakata çağırıyor. Oysa özellikle CHP Genel Başkanı iki de bir de “Uzlaşalım. Nasıl Anayasa’da uzlaştıksa!” deyip durmakta.
Mutabakat metni 11 maddeden oluşuyor. O 11 maddenin içindeki şu maddelere dikkat çekmek bundan sonra olabileceklere ışık tutabilir:
2. madde şöyle:
“Terör devletin bekasını ve bireysel hak ve özgürlükleri tehdit eden ve toplumun tüm kesimlerinin katılacakları çok yönlü mücadeleyi gerekli kılan bir sorundur. Bu sorun sadece güvenlik tedbirleri ile çözülebilecek bir nitelik taşımamaktadır. Bu çerçevede terörle mücadele hükümetin, TBMM’de yer alan veya TBMM’de temsil edilemeyen tüm siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun her kesiminin ortak bir sorumluluk anlayışı çerçevesinde birlikte ve uyum içerisinde hareket etmeleri gereken bir görevdir.” Sayın Meclis Başkanı partiler üstü yaklaşımdan söz ediyor ve noktayı koyuyor: “Çoğulcu bir Anayasa lazımdır ve bu Anayasa toplumun tüm kesimlerinin katılımı ve mutabakatıyla sağlanacaktır.“
7. madde ise AKP’nin bugüne dek süregelen söylemlerine pek uygun düşmemekte. Söz konusu madde de Güneydoğu Bölgesi’nin temel sorunlarına değiniyor ve şöyle devam ediyor:
“Ekonomik kalkınmadan bölgesel gelişmeye kadar bir dizi iktisadi ve kültürel tedbir etkin bir şekilde uygulamaya konulacaktır. Bu tedbirlerin uygulanmasında üniter ve ulus devlet yapısına idarenin bütünlüğüne ve idari vesayet ilkelerine zarar vermeyecek şekilde, yerel yönetimlerin daha güçlü bir idari ve mali yapıya kavuşturulması yaklaşımı benimsenecektir.”
Bunların içinde federasyon yok! Başkanlık sistemi yok. Açığı AKP’nin savundukları ilkeler de yok! O halde Sayın Çiçek ne demek istiyor?
Bundan kısa bir süre önce Gaziantep’te TÜSİAD-TOOB-Türk-İş başta olmak üzere çok sayıda kurum ortak açıklama yaptı ve bunları söyledi. Yani partiler üstü bir hükümet özlemi dile getirilmişti. Sonra eski AKP’li Bakan Abdüllatif Şener partisini kapatırken “Yeni bir oluşumdan” söz etmişti.
AKP bölünüyor mu?
Meclis’in Sayın Başkanı’nın söylemlerinin gerisinde 19 STÖ ve Türk-İş TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu olunca; mutabakat zaptı ya da muhtırasının TBMM’yi hedef aldığı açık değil mi? Meclis’e olan güven kırılırsa ne olur? Siyasette bir boşluk doğar. Halkın yakınmaları artar ve AKP içindeki durumdan memnun olmayanlar bu yeni oluşuma ışık bakabilirler. İyi saatte olsunlar da bu işe yeşil ışık yaktıktan sonra iş tamamdır. Ülkeyi kaostan kurtarmak için “Partiler üstü bir yönetimi o boşluğa oturtmak“ acaba emperyalizmin yeni bir oyunu, yeni uygulaması sayılabilir mi? 12 Mart partiler üstü hükümetini anımsayın. Hürriyet ve yandaş medya bu işe öyle sıcak bakıyorlar ki; akıllı insanlar bu işin altında emperyalist oyunun gereği olabileceğini düşünmeyecekler, yeni bir tuzağından ibaret olabileceğini düşünmezden gelebilecekler mi?
Siyaset boşluğunu zinde fakat kolu kanadı kırık kuvvetlerin değil de, Batı bağlantılı küresel, finansal güç odaklarının emrinde kurgulanan “çaresizliğe çare” olarak görmek olası mı değil mi?
CHP sözcüsü Prof. Haluk Koç Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın tepkisinden hareket ederek:
“Bunlar iyi polisi, kötü polisi oynuyorlar. Tersi olsa bizim çağrımızla Meclis’i toplama isteğimizi kabul ederlerdi” dedi ve şöyle ekledi:
“Asıl Balyoz şimdi onların kafalarına iniyor.”
Dedim ya bendeniz muhtıra dendi mi tüyleri diken, diken olan biriyim. Bu Sayın Çiçek tarafından yapılan açıklamanın ya da Meclis’e karşı “Mutabakat muhtırası” verilmesi pek hayra yorulacak iş olmamalı. Tam da MGK toplanırken ve Sayın Cumhurbaşkanı o toplantıdan çıkıp kulak rahatsızlığı için belki de iki ay Hacettepe Hastanesi’nde yatacakken. Onun yokluğunda vekalet kimde olacak?
Elbette Sayın TBMM Başkanı’nda.
Hani demokrasilerde son çare yeri TBMM ve ulusal iradeydi?
Meclis Başkanı iyi niyetli bir birleştirici rolüne acele soyunmuşsa, büyük sermayenin isteklerini yerine getiriyorsa, partiler üstü sözünü sık, sık kullanıyorsa, bana kalırsa o koltukta oturmamalıdır.