Münafık Arap Ligi’nin Sorosçu çocukları
Yazımıza 26 Kasım 2017’de kaleme aldığımız “Bizden olmayan köhne Arap Ligi” ile 15 Aralık 2019’da yayımlanan “Arap Aleminin Münafık Ligi” yazılarımız ilham kaynağı oluşturdu ve onlardan iktibas ettik; Arap âlemi olarak bilinen coğrafya üzerinde 22 Arap devleti var. Arap Birliği veya Arap Ligi olarak bilinen örgütün temeli İskenderiye Protokolü ile 1944’te ilan edildi. Birliğin resmi kuruluş tarihi 22 Mart 1945. Genel merkezi Kahire’de. Kurucuları arasında altı ülke vardı; Mısır Krallığı, Suriye Cumhuriyeti, Lübnan, Ürdün Emirliği, Irak Krallığı ve Suudi Arabistan Hanedanlığı. Kurulduğu tarihte bu ülkelerin hepsi Anglo-Franko yani İngiliz ve Fransız işgali veya mandası altındaydı. İkinci Dünya Savaşının bitimine ramak kala tasarlanmıştı. Nazi Almanyası ve faşist İtalya’ya karşı savaştan galip çıkan Anglo-Franko sömürge devletleri bu başarıyı ancak ABD ve Sovyet Rusya’nın savaşa girmesi sayesinde sağlamıştı. Sömürgeci devletler için Arap Liginin kurulmasını tetikleyen hayati unsurlar vardı: Âlemin en büyük ve en stratejik coğrafyası; En kalabalık nüfusun birisini barındırıyor; En zengin enerji kaynaklarına sahip; En büyük pazarlarından biri; Kadim medeniyetlerin beşiği ve semavi dinlerin doğduğu diyar. İşte tüm bu zenginliklerin sadece Anglo-Frankofon devletler tarafından talan edilmesi hedefleniyordu.
SÖMÜRGECİLERİN HEDEFLERİ
Nazi Almanya’sına karşı kazanılan zaferin en büyük mimarlarından olan Komünist Sovyet Rusya’nın Arap âlemine sarkması ve sıcak denizler olarak tasavvur edilen başta Akdeniz’e inmesinin engellenmesi sadece bir amaçtı. İkinci hedef Almanya ve İtalya gibi savaştan yenik çıkan sömürge devletler ile kadim sömürge devletler İspanya ve Portekiz’in bu coğrafyadan tamamen uzak tutulmasını sağlamak ve ikinci sınıf devletler olarak kalmasını sağlamaktı. En önemli unsur ise büyük çoğunluğu Arapça konuşan Arap âleminin tek devlet, tek millet ve tek bayrak altında yaşamalarını engellemekti. Bu sebeple Arap âlemini aşiret liderleri, işbirlikçi mahalli burjuvazi ve krallıklar arasında veyahut etnik ve mezhep temelinde böldüler. Bu âlemin kalbi olan Filistin’e Siyonist İsrail erkini inşa ettiler. Bunu da Arap Ligi kurulduktan üç sene sonra Mayıs 1948’de başardılar.
Bu gelişmelere ve yönetimlerin ihanetine tepki olarak ortaya çıkan sivil ve askeri hareketler Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Mısır’da büyük bir dönüşümü başlattı. Arap Ligi’nin politikalarını etkileyen bu toplumsal isyan ve dönüşüm 50’li, 60’lı ve 70’li yıllarda başta İsrail ve Batılı emperyalist devletlerin başını çekmeye başlayan ABD’yi rahatsız etmeye başladı. Arap Ligi’ni tekrar hizaya sokan, pasifleştiren, sömürge devletlerin projelerinde payanda yapan ve Arap âleminin umudu olmaktan ziyade bu âlemi iğdiş eden petro-dolar zengini Arap Körfez ülkelerin muazzam parası oldu. Artık Arap Ligi senede bir toplanan, kararlarıyla Arap âlemindeki öfkenin gazını alan bir boş konuşan, yüksekten atan ama hiçbir kararı hayata geçiremeyen bir yapay örgüte dönüştü.
KUMPASIN PARÇASI: ARAP LİGİ
Arap Ligi en münafık tavrını Suriye meselesinde gösterdi. Henüz olayların başında Kasım 2011’de Arap Ligi’nin kurucuları arasında yer alan Suriye Arap Cumhuriyeti birlikten ihraç edildi. “Katil Esad, Diktatör Esad, Zalim Esad, Sünni halkı katleden Alevi Esad, bu diktatör yıkılmadan Arap âlemine, Dünya’ya huzur gelmez, âlemin baş belası” ve benzeri demeçlerden bıkmadılar. “Esad’a haddini bildiren, özgürlük savaşçılarına ev sahipliği yapan, Arap âleminin kahramanı, İslam’ın bayraktarı, mazlum Sünnilerin hamisi, Osmanlı torunu Yaşasın Türkiye, Yaşasın Erdoğan” manşetleri, deklarasyonları arşa ulaştı. “Kürdistan meşru bir taleptir, Yaşasın Kürdistan” bile dediler. Arap âlemini yeniden parçalayacak, cehennem ateşinde yakacak, zenginliklerini tüketecek İsrail ve ABD’nin Büyük Orta-Doğu Projesi için yüzlerce milyar dolar harcadılar, binlerce psikopat savaşçı devşirdiler ve tonlarca silah taşıdılar.
TÜRKİYE-SURİYE YAKINLAŞMASINI ÖNLEMEYE ÇALIŞIYORLAR
En nihayet 15 Temmuz 2016’da bizatihi başta “yaşasın Erdoğan” diyerek yere göğe sığdıramadıkları Erdoğan’ı hedef alan terör saldırısının arkasında oldukları görüldü. TSK önce Fırat, ardından Zeytin Dalı sonra Fırat Kalkanıyla BOP’un en önemli amaçlarından biri olan İkinci İsrail Projesi yara alınca Erdoğan düşmanlığına aleni soyundular. “Diktatör Erdoğan, demokrasi düşmanı Erdoğan, Suriye’yi işgal eden Erdoğan, Suriye’yi yıkan Erdoğan” demeçleri havada uçuştu. Türk mamullerinin boykot edilmesi çağrısı yaptılar. Osmanlı haramiydi, Arap âleminin kalbine girmiş kamaydı çığlıkları attılar. Devasa bir bütçeyle tüm sinema olanaklarının seferber edildiği “Ateşin Sultanları” ile Türkler ve atalarının ne derece vahşi, barbar, Arap ve insanlık düşmanı olduklarının filmini yaptılar. “Suriye kardeşimiz, akrabamız, biz tek milletiz, Suriye, Arap âleminin mihenk taşıdır, Suriye’yi bölmek isteyen Türkiye’ye karşı Arap âlemi tek yumruk olmalıdır” nasihatinde bulunmaya başladılar. En nihayet Suriye yeniden Arap Ligi’ne dönmelidir diyorlar. Şam’a yeniden büyükelçiliklerini açtılar. Esad’ı yeniden kardeş bellediler. Kendisini ülkelerine davet ettiler. Suriye ekonomisine sermaye aktaracaklarını ülkeyi yeniden imar edeceklerinin sözünü verdiler.
Şam kendisiyle barışmak ve kucaklaşmak isteyen herkes ile yürüyebileceğini gösteriyor. Ancak bunu ilkelerinden taviz vermeden ve en zor koşullarda yanında olan müttefiklerini rahatsız edecek gelişmelerden kaçınarak yapıyor. Bazı Arap hanedanlıkların İsrail-ABD önderliğinde İran’a karşı bir cephe oluşturma faaliyetlerine itiraz ediyor. Rusya ve İran’ın destek verdiği Ankara ile görüşme ve yakınlaşma çalışmalarına destek veriyor. Bu siyaset zahiren Şam ile köprüleri yeniden inşa etmeye hevesli görünen münafık Arap hanedanlıklarını rahatsız ediyor. 11 yıllık yıkım savaşına, ülkesi işgal altında olmasına ve yaşamsal temel ihtiyaçlara çok muhtaç olmasına rağmen bu “onurlu duruşa” anlam veremiyorlar. Oryantal dansöz misali olan kendileri gibi oynak olmayan Şam’ı bir müddet daha baskılayalım diyorlar. Daha önce Arap Ligine yeniden davet edilmesi için itiraz etmeyeceklerini söylemişlerdi. Şimdi şartlı dönüşten bahsediyorlar.
1-2 Kasım’da Cezayir’de toplanacak olan Arap Ligi’ne ev sahibi Başkan ülke Cezayir, Suriye Arap Cumhuriyetini resmi olarak davet etmişti. Bu daveti Temmuz’da Esad’ı ziyaret eden Cezayir Dış İşleri Bakanı elden sunmuştu. Başta Katar olmak üzere Riyad ve Abu Dabi-Dubai Hanedanlığı ABD, İngiltere ve İsrail’in talepleri doğrultusunda, şimdilik Suriye’nin katılmasının uygun olmayacağını bildirdiler. Cezayir’in davette ısrar etmesi halinde Arap Ligi toplantısını başka bir başkente taşımayla tehdit ettiler. Para sopası ve şantajlarla Suriye’nin ‘geri dönmesi gerekir’ diyen Arap Ligi üyelerini baskılıyorlar. Bu gelişmelerden haberdar olan Şam beklenmedik bir diplomatik hamle yaparak Cezayir’e Arap Ligi zirvesine katılmayacağını bildirdi.
Bu adımla Suriye, dost Arap ülkeleri ve Arap halkına önemli bir mesaj verdi; Zirvenin Suriye, Türkiye, Filistin, İran, Rusya, Çin ve Avrasya dostu Cezayir başkanlığında Cezayir’de kalması sağlanmış olacak. Suriye olmadan Arap Ligi’nin Arap dünyasını ilgilendiren hiçbir konuda etkili ve sonuç alıcı bir merci olamadığını ve olamayacağını göstermiş olacak. En önemlisi de zahiren ayrı perde arkasında ayrı davranan ABD, İngiltere ve İsrail feleğinde olan münafık Arap hanedanlıklarına itimat edilmemesi gerektiği, dostluklarının taktiksel olduğu ve ilk fırsatta hançerlerini sırtınıza vuracaklarını akıldan çıkarılmaması gerektiğini öğretmiş oldu. Bunda Türkiye için ders ve ibret vardır.
Kurt büyümekte olan yavrusuna hayatı öğretiyormuş. Bir tepeye çıkmışlar. Kurt, yavrusuna aşağıda otlayan koyun sürüsünü göstermiş; “Bak yavrum, şu gördüklerin koyundur. Etleri leziz ve yakalaması kolaydır” demiş. Yavru Kurt, sürünün çobanını göstererek lafa girmiş, “Bu kim? Ne iş yapar?” diye sormuş. Kurt, çobandan uzak durmasını elindeki değneğin çok can yaktığını tembihlemiş yavrusuna. Bu sırada yavru kurdun dikkatini sürünün köpeği çekmiş. “Şu bize benzeyen bir şey var orada. O ne yapar?” diye sormuş. Baba kurt önce derin bir of çekmiş ardından, “Ahh yavrum Ahh! O bize benzeyip bizden olmayandır. Asıl bizi perişan eden de odur” demiş.