Murat Bardakçı’nın tarihçiliği
Sonunda söyleyeceğimiz sözü baştan söyleyelim: Murat Bardakçı her ne kadar “ben tarihçi değil, gazeteciyim” derse de inanmayın. Onun derin kültüründen, efendiliğinden nezaketinden kaynaklanan bir deyiştir bu. Bardakçı, nice kürsülere sahip olanlardan ve de tarihçiyim diye geçinenlerden çok daha fazla bir tarihçidir.
Bardakçı’nın sevenleri denli sevmeyenlerinin de var olduğu bir gerçek. Sevilmesi tarihi yorumlama biçiminden ve de engin bilgisinden, sevilmemesi de kullanmış olduğu -ve çoğu zaman kırıcı olabilen- üslubundan ve de agresifliğinden kaynaklanıyor. Agresif bir tavrı adeta kişiliğiyle özdeşleştiren Bardakçı’nın bu özelliğine ne yalan söyleyeyim ben de pek anlam veremiyor, kimi zaman, böylesine kültürlü bir kişinin niçin bu yolu seçtiğini anlamakta zorluk çekiyordum. Ama, şimdilerde, sinemanın 100. yılı nedeniyle içine düştüğüm durumu görünce, inanın, hem onun niye bu denli agresif olduğunu anladım, hem de bu konuda nasıl kendini tutup ölçülü hareket edebildiğine şaştım.
BELGE YOKSA TARİH DE OLMAZ
Murat Bardakçı her şeyden önce tarihin belgelerle yazılabileceğini kanıtlayan, belge yoksa tarihin de olmayacağı düşüncesine, her konuşmasında ve yazısında dikkatleri çeken birisidir. Dahası, kimileri için sıkıcı ve asık suratlı olarak tanımlanan tarihi, kendine özgü bir üslup ve tavırla anlatarak kitlelere sevdiren birisidir. Çeşitli gazetelerde yaptığı tarih ekleri ve de TV’deki programı bunun en somut kanıtlarıdır. Türkiye’de belki de en zor olgulardan biri, TV’de tarih programları yapabilmek hele hele onu uzun ömürlü kılabilmektir. Herkesin geçmişten ve tarihten söz ettiği bir ülkede, her bir şeyin söylentiler üzerine kurulup kabul görmesi, asık suratlı tarihin çoğu zaman güleryüzlü yanını ıskalamış olmamızdan kaynaklanır.
Türkiye’de bir şeyleri kanıtlamak Troia kıralı Priamus’un küçük kızı Kasandra’nın çaresizliğini yaşamak gibi bir şeydir. Birileri çıkar, belgelerini ortaya koyarak bir şeyleri kanıtlar, binlercesi çıkar, bu belgeleri hiçe sayarak söylentilerin peşine takılarak bildiğini okur. Onun için ülkemizde tarihçiler pek sevilmez. Resmi tarihe ve de söylentilere çelme taktıkları için de, değerleri görülmeden bir çırpıda harcanıverir. Tıpkı Bardakçı örneğinde olduğu gibi.
SİNEMAMIZIN 100. YILI DEĞİL
Bu yıl bilindiği gibi sinemanın 100. yılını kutluyoruz. Defalarca yazdık, bir kez daha yineleyelim. Bugün Türkiye’de hiçbir sinema tarihçisi, sinema yazarı, akademisyen ve de tarihçi, sinemamız için 14 Kasım 1914’ün doğum günü olduğunu söyleyemez. Ama birileri -ne gariptir ki bu birilerinin de kim olduğunu bilmiyoruz- inatla, bu tarihin sinemamızın doğum günü olduğunu söylüyor ve kutluyor. Tüm bilgi ve belgeleri ortadayken.
Geçenlerde sayın Bardakçı bu konuda bir yazı yazdı. Herkesin, özellikle de sinemayla ilgili çevrelerin sessiz kaldığı bir dönemde, Bardakçı hem gazeteci, hem de tarihçi kimliği ile bu garip durumun altını çizdi. Her satırı doğru olan bu yazının Bardakçı tarafından ele alınıp kamuoyuna sunulması sinema tarihimiz açısından çok ama çok önemlidir. En azından bu ve buna benzer yazılar, sinemamızın geçmişinin bilinçli olarak, belgeleriyle ele alınmasının bir göstergesidir.
Ama söylentilerin, kulaktan dolma bilgilerin, kaynak gösterilmeden yapılan dedikoduların egemen olduğu bir toplumda, belgeleriyle konuşan ama yine de Kasandra çaresizliğini yaşayan Murat Bardakçı gibi agresif olmayacaksınız da ne yapacaksanız?
İnsanın başına gelmeyince, başkalarını anlamak, anlayabilmek gerçekten pek mümkün olmuyor. Sanırım belgelerle konuşup da, akıl almadık eleştirilere muhatap olanların, sayın Bardakçı’ya çok özür borcu var.