Müslüm Baba’nın hayranları
Geçen hafta “Müslüm Baba” filmine gittim. Film bende birçok çağrışıma yol açtı.
1990’lı yıllarda hap kullanan, kendini kesen, çoğunlukla 20-30 yaş arasında bir gençlik grubu vardı. Bu gençler az eğitimli, şehrin kenar semtlerinde yaşayan gençlerdi. Çoğu Müslüm Baba hayranıydı. Konserlerine gittikleri zaman hap etkisinde oldukları izlenimi verirler ve kendilerini keserlerdi. Filmde bir gazetecinin neden kendilerini kestikleri sorusuna “onlar yas tutuyorlar” diye cevap verdi.
Ne kadar analitik bir yorum olduğunu o yıllarda anlayamamış biri olarak bu cevaptan çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim.
Evet bu gençler yas tutuyorlardı. Yas bir kayıp karşısında verilen ruhsal bir tepkidir. Peki bu gençler ne kaybetmişlerdi?
Bir bebek dünyaya geldiği zaman ilk sevgi ilişkisini annesi ile kurar. Anne bebeğe, beslenme ve bakım almaya değer olduğu mesajı ile birlikte bu bakımı verir. Bu mesajlarla beslenen bebek, büyüdüğü zaman kendine bakmayı, zarar vermemeyi içselleştirmiş olur.
Zaman içinde baba ve babanın temsil ettiği dış dünya koruyucu ve dürtülerini denetlemesini sağlayan sınırlamalar ile büyümeye destek olmaktadır. Annesel kapsayıcılık ve babasal koruyuculuk ve sınırlayıcılık sağlıklı bir benlik gelişimini hazırlar.
YAS TUTAN GENÇLER
Çocuk ve çevresi arasında yeteri kadar iyi bir uyum olmadığı zaman, tekrarlayan şiddetli hayal kırıklıkları daha sonraki yaşlarında da benzer bir örüntüyü yinelediği ilişkilere yol açar. Kendine zarar veren ilişkiler kurma, toplumsal kurallara karşı gelme, yasa dışı davranışlar, sürekliliği sağlamada güçlük gibi davranışlar gözlenir.
1950’lerde başlayan kırsal kesimden kente göç ile bu ailelerin dinamiklerinde ciddi değişimler oldu. Anne-babalar bir umutla ya da zorunluluk nedeniyle büyük bir şehre gelmişlerdi. Ancak hayat hiç de kolay değildi. Yoğun çalışma temposuna, destek sistemlerinde yetersizlik eklenmesi, dayanıklılığı daha zayıf olan bireylerde/ailelerde çatışmanın artmasına yol açtı. Kırsal kesimde yaşadıkları dayanışma ve alıştıkları/bildikleri sosyal örüntünün dışına çıkma, belki onlar için de bir kayıp ve yas sürecini ortaya çıkardı.
Çok çalışan anne-babalar, fazla sayıda çocuk, destek sistemlerindeki yetersizlik, aile içi şiddet, denetleme ve sınır koymada aşırı katı veya aşırı esnek bir tutum hem madde kullanımı, hem de kendine zarar verici davranışların görülme sıklığını artırdı.
Şehrin kenarında, olumsuz ekonomik ve sosyal koşullarda, fırsat eşitliğinin olmadığını her an hissetmek, dışlanmışlık duygusunu doğal olarak pekiştirmektedir. Sosyal dışlanma, kırık bir kolun verdiği acıya benzer, fiziksel bir acı doğurur. Bu acıyı dindirmenin bir yolu olarak, kendileri gibi dışlanmış, acı çeken alt grupların içinde madde kullanımı ortaya çıktı. Bu grupların içinde yalnızlık hissetmiyorlardı. Acılarını dindirecek gerçek çözümler üretmeseler de, maddenin etkisi ile acıyı bir süreliğine bastırıyorlardı.
Bu acı çeken grubu 2000’lerin başında sokakta yaşayan ‘tinerci’ çocuklarda gördük. Kullanılan madde değişse de, benzer acıları çeken ve yas tutan gençleri görmeye devam ediyoruz. Madde kullanımının önlenmesinde toplumsal etkileri düşünmek, tartışmak, planlamak kaçınılmaz bir görev olarak karşımızda duruyor. Çalışan annenin doğum sonu izin süresinin düzenlenmesinden, doğum kontrolünün sağlanmasına, ekonomik güçlükler ve gelir dağılımındaki dengesizliklerin düzeltilmesine, okul öncesi eğitimden başlayarak, tüm eğitim sisteminin çocukların gelişimine uygun hale gelmesine, gençlerin doyum sağlayacakları sanat, spor gibi faaliyetlere ulaşmalarını sağlamaya... Çok yönlü bir bakış açısı ile acı çeken ve yas tutan yeni nesillerin ortaya çıkmasını önleme planları ve düşünceleri ile sinemadan çıktım.