Müslüman Kardeşler belası (1) -(TAMAMI)

29 Aralık 2010 tarihli Hürriyet gazetesinde “Mısır Türkiye’nin geleceğidir” başlıklı bir yazı yayımlamıştım. Yazıyı biraz sonra okuyacaksınız. Yazının sonuna doğru, “1950’lerin ortalarından itibaren Müslüman Kardeşler’in gizli denetimine giren Mısır” diye, yazının kilit ve anahtarı olan bir cümle var. Bu cümle ile, Müslüman Kardeşler ile AKP tarikatı arasındaki düşünsel ve ideolojik-siyasal örtüşmeyi imâ ediyordum. Başka tarihlerde de Mısır’da yapılacak ilk seçimde Müslüman Kardeşler’in iktidara geleceğini yazmıştım.

Bilindiği gibi Mısır’a da ne olduğu belirsiz “Arap Baharı” geldi. Seçimler yapıldı ve iktidara Müslüman Kardeşler geldi. Seçimle gelen Mursi, Mısır’a Müslüman Kardeşler’in damgasını vurmaya kalkıştı ve devlet kadrolarına onları getirdi. Derken, Hüsnü Mübarek gibi bir “Firavun”a dönüştü ve ardından Gezi Direnişi benzeri Tahrir Meydan’ı gösterileri başladı, askeri darbe geldi.

“Mısır Türkiye’nin geleceğidir” derken bunların hiçbirini düşünmemiştim. Dilerim ki Türkiye, Mısır’a benzemez.

Mısır Türkiye’nin geleceğidir

[Havaalanında rastladığım Faik Bulut ile Arap dünyasını ve zihniyetini konuştuk. Faik Bulut bana yıllardır düşündüğüm bir gerçeği ve doğruyu söyledi: “Mısır, Türkiye’den otuz yıl geridedir ama ne yazık ki Türkiye’nin geleceğidir.”

Bu cümlenin bir benzerini bana 2009 yılında bir Harvard’lı Türk söylemişti: “Mısır’ı sevmiyorum çünkü Mısır’da Türkiye’nin geleceğini görüyorum” demişti.

***

Bu ne demek? Bu soruyu başka bir soru ile karşılayacağım: 1923 yılında laik bir cumhuriyet kurulmayıp, devlet günümüz İslamcılarının ataları tarafından kurulsaydı ne olurdu? Bu soruyu yalnızca laik cumhuriyetçiler değil, katı İslamcılar, ılımlı ve mülayim İslamcılar, laik Müslümanlar da yanıtlamalıdır. Ortadan yanıtlayalım:

• Laik ve demokratik cumhuriyet kurul(a)mazdı. Bir cumhuriyet kurulsa bile adı “İslam Cumhuriyeti” olurdu.

• “Başkan” seçimleri göstermelik olurdu: Başkanlık, babadan oğula geçerdi. “ömür boyu”, ya da Suriye, Kuzey Kore ve Azerbaycan’da olduğu, Mısır’da olacağı gibi. Türkiye’de de cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçildiği zaman aynı şey tekrarlanacaktır. Zaten oğlunu kendi yerine hazırlayan Erbakan Hoca da işlemin faziletini (!) anlatmaktadır.

• Kadınların tamamı türbanlı, peçeli, çarşaflı, burkalı olurdu.

• Anaokulundan itibaren eğitim ve öğretim din çerçevesine oturur, din adamları medreselerde yetişir; üniversiteler günümüzdekinin bin beteri olurdu.

• 2010 yılında, AKP hükümetinin böbürlendiği her türlü sınai ve ekonomik başarı, siyasal saygınlık Laik ve Demokratik Cumhuriyet’in eseridir. 1923’te ülke AKP zihniyetinin elinde olsaydı, düzeyi, Afganistan, Yemen, Sudan ya da öteki Müslüman Afrika ülkelerinin düzeyi olurdu. Orada kalırdı.

• Şu anda içinde bulunduğumuz ve hiç de hoşnut olmadığımız ortam ve düzey, cumhuriyetçiler dayandığı sürece belki korunabilir. O direnç bitince, cumhuriyetçi inanç bastırılınca her şey sona erer. AKP dünyası bütün hikmet ve marifetin kendilerinden kaynaklandığını sanıyor ama sözünü ettiğim cumhuriyetçi deha yok olduğu zaman kendisinin (kendilerinin) çölde otomobili bozulan bedevi gibi ortada kaldığını (kaldıklarını) görecektir.

***

Bir yakınım anlatmıştı: Biri Türk kökenli iki ABD vatandaşı Mısır’a gitmişler. Eski Amerikalı geziden son derece mutlu, her gördüğüne ilgiyle bakıyor; pisliğe, vurdumduymazlığa, sakarlıklara, dalaverelere, bahşişe anlayışla yaklaşıyor. Ama öteki, Türk-Amerikalı son derece sinirli. Eski Amerikalı arkadaşının bu halini anlamıyor ve nedenini soruyor. Türk-Amerikalı şöyle cevap veriyor: “Sen bir turist olarak burada her şeyi ilginç bulabilirsin ama ben burada Türkiye’nin 15-20 yıl sonraki geleceğini görüyorum”, diyor.

Türkiye Mısır olmasın

1950’lerde Mısır ile Türkiye toplumsal ve ekonomik olarak hemen hemen aynı düzeydeydi. Mısır’da kadınlar sadece geleneksel örtüyle örtünüyordu. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi. 1950’lerin ortalarından itibaren Müslüman Kardeşler’in gizli denetimine giren Mısır ile Türkiye arasında şimdi ekonomik bakımdan 25-30 yıllık bir fark var. Ancak Türk kadını İslamcıların denetimine girdikçe Türkiye, Mısır’a doğru gerileyecektir.](Demokrasi ile Diktatorya Arasında,İmge Yayınları, s.91)

AKP tarikatı hükümeti iç ve dış politikasını Suriye ve Mısır’a odaklandırmış durumda. Neden mi? Çünkü, bu iki ülkede de Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesini istiyor. Ardından, Tunus’taki An Nahta iktidarını tam anlamıyla Müslüman Kardeşler iktidarına dönüşmesini bekleyecek, daha sonra öteki Arap ülkelerine sıra gelecek.

Bunları önümüzdeki aylarda ve belki yıllarda göreceğiz.

AKP iktidarı ve yandaşları bu gizlenmeyecek amaçlarını gizlemek için Mısır’daki Sisi darbesini getiren Tahrir gösterileri ile Gezi Parkı direnişini aynı düzleme çekmek istiyorlar: “Eğer biz uyanık ve atik davranmış olmasaydık, Gezi Parkı’nın sonu darbeye gidebilirdi. Dolayısıyla, Gezi Parkı da eksik kalmış bir darbedir” demeye getiriyorlar.

Bu iftiralarına gerçeklik kazandırmak için Sisi darbesinin “laik” amaçlı olduğu yalanına başvuruyorlar. Sisi de Müslüman Kardeşler kadar İslamcı bir siyaseti savunmaktadır; onun hazırlattığı anayasa da İslam referanslı olacaktır. Bunu hep birlikte göreceğiz.

***

AKP tarikatı iktidarının başta Arap siyaseti olmak üzere dinci-yayılmacı dış siyaseti iflas etmiştir. Başarıdan başarıya koştuğu vehminin gerçeklerle karşılaştığı anda başlayan şaşkınlığıyla baş edemiyor. Bu gerçekliği mutlaka anlaması gerekiyor, çünkü ülkeyi felakete sürüklemesi çok mümkün.

Ve bundan daha önemlisi, ülkeyi İslamlaştırma siyasetinin Türkiye’yi Mısırlaştıracağını anlaması ve “darbe” şantajından vazgeçmesi...