Öldüğünde kendine ait bir evi bile yoktu

Çünkü tüm vatan onun eviydi, onun evi kalplerimizdi… Ölümsüzdü…

Bağımsızlık elde etmek kolay değil. İstanbul’un fethinden, Fatih Sultan Mehmet gibi dâhilerden, Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlardan sonra 1700 yıllarında en büyük sınırlarına ulaşan, o yılları takip eden süreçte ise önce yavaş yavaş, sonra hızlanarak duraklama ve gerilemeye geçen Osmanlı’nın 1918’de geldiği içler acısı son durum hatırlamak bile istemediğimiz bir durumdu…

Sevr Anlaşması, Yunan, İngiliz, Fransız işgalinde bölünmüş savaş yorgunu bir ülke, yalnızca kendini düşünen bir padişah. Moraller düşük ama “Geldikleri gibi giderler” diyen deniz gözlü bir Mustafa Kemal. İstanbul’da ülkenin lideri görünün zayıf ve bencil bir Vahdettin, Anadolu’ya geçmiş dimdik bir Mustafa Kemal, asıl lider.

İHANETLERLE DOLU BİR YOL

Osmanlı’da huzur içinde yaşayan Arapların Lawrence’ın liderliğindeki ihanetiyle bölünen bölgelerde kan durmuyor, Batı eliyle yapılan bombalar Iraklı ve Suriyeli çocuklardan sonra şimdi de Filistinli, Lübnanlı çocukların üzerinde patlıyor. Bölgemiz yıllardır kan gölü, bize yapışan terör, kuzeyimizde Ukrayna, Güney ve doğumuzda İran, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen’e kadar her çeşit kan dökme yolu mevcut. Bu gözyaşları arasında biz yüz birinci defa “Yurtta Barış, Dünyada Barış” diyen Atamızın ışığında bağımsızlığımızı coşku ile kutladık.

Liderlik derslerimde hep şunu öğretirim: Lider olmak için makam gerekmez. Liderler güçlerini makamdan, koltuktan almazlar, kendi karakter özelliklerinden alırlar. Liderler güçlerini insanları korkutarak, sindirerek, çeşitli oyunlar çevirerek, dedikodu ve basitlik gibi özelliklerden almazlar. Enerjileri daha büyük hedeflere harcar, en zor anda bile yıkılmadan, umutlarını kaybetmeden, umut vererek ve kendilerini değil, toplumu düşünerek lider olurlar. Gerçek liderlik etik demektir…

GENCECİK BİR MUSTAFA KEMAL

Daha 40 yaşına basmamış Mustafa Kemal’in öyküsü işte böyle bir öyküdür, dimdik ve umutlu bir “Geldikleri gibi giderler” öyküsüdür. Yüzyılın lideri olduğu birçok araştırmada kanıtlandı ama belki de binyılın lideri olan Atamız ne şanslıyız ki bizim liderimiz oldu. Hiç zaman kaybetmedi, kanmadı, kandırılmadı, yanlış insanlarla iş birliği de yapmadı. Eğilmedi. Bükülmedi.

Genç dahi, 19 Mayıs 1919’da çıktığı yolda, daha bir yıl geçmeden Türkiye Büyük Millet Meclisini ve daha sonra Cumhuriyeti kurdu. Ardından devrimler geldi. Bir an bile boş durmadı. Hasta haliyle Hatay’a gitti, Hatay’ı sınırlarımıza kattı. 1938 de yaşama gözlerini kapadığında kendine ait bir evi bile yoktu. Onun evi Türkiye’nin her yeriydi, kalplerimizdi. Ölümsüzdü…

GELDİKLERİ GİBİ GİTTİLER, BİR DAHA DA GELEMEDİLER

Geldikleri gibi gittiler, birkaç yıl içinde. Takip eden yıllarda tekrar gelebilmek için savaş hariç çok dolambaçlı yollar izlediler, çeşitli yöntemler, provokasyonlar, sağ sol çatışmaları, terör, sızıntı, FETÖ, ekonomik oyunlar, vb ama bir türlü tekrar gelmekte başarılı olamadılar. Temellerimiz o kadar sağlam atılmıştı ki, genlerimizde bağımsızlık o kadar var ki, bir türlü yapamadılar, yapamıyorlar… Yavaşlatıyorlar belki ama başaramıyorlar.

Daha bir hafta öncesinden halk balkonlarına bayraklarını asmaya başladı. Tüm ülke ayakta bağımsızlığımızı kutladı. Her okulun önü kutlamalarla cıvıl cıvıldı. Marşlar, şarkılar, şiirler, sokaklar tam bir mutluluğu yansıtıyordu. Yalnızca ülkemiz mi? Azerbaycan’da bile bağımsızlığımız kutlanıyordu.

“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” diyen Atamızla, onun liderliğinde, sevgisi kalplerimizde, bağımsızlık tüm hücrelerimizde, pırıl pırıl güneşli bir günde, yüzyılı aşkın Cumhuriyetimizin bir Bayramı daha coşkuyla, kardeşlikle, kutlandı…