Nallıhan-Çayırhan Termik Santrali’nin özelleştirilmesi
Emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını yapan ve emperyalizmden bağlarını kopararak bağımsızlığını kazanan ilk ülke Türkiye olmuştu. Mustafa Kemal 1923 yılında yapılan 1.İzmir İktisat Kongresi açılış konuşmasında, silahlı kurtuluşun ekonomik kurtuluş ile sağlamlaştırılmadığı durumlarda emperyalizme tekrar teslimiyetin kaçınılmaz olduğu vurgusunu yaptı.
Türkiye, 1930’lu yıllardan başlayarak “devletçilik” ilkesi temelinde büyük sanayileşme hamlesini başlattı. Dönemin İktisat Vekili Celal Bayar devletçilik ilkesi ile yapılan sanayileşme atılımını 1936 yılında anlatırken "Eğer memleketin sanayileşmesini ve milletin muhtaç olduğu refahı bazı hususi teşebbüslere ve bu teşebbüslerin dayandığı sermayeye bırakmak lâzım gelirse, lâakal (hiç değilse) iki asır daha intizar (bekleme) devresi geçirmekliğimiz lâzımdır." diyerek özellikle gelişmekte olan ülkelerde sanayileşmenin devlet aracılığı ile yapılmasının ne kadar gerekli olduğunu söylüyordu.
Türkiye’nin ikinci büyük sanayileşme atılımı 27 Mayıs 1960 ihtilali sonrası yaşandı. Bu dönemde uygulanan politikalara yine devletin ekonomiye hâkim olduğu liderlik ve yönlendiricilik yaptığı “karma ekonomi” adı verildi.
KALKINMA PLANLARI DÖNEMİ
Bu dönemde beşer yıllık kalkınma planları uygulamaya konuldu. Birinci beş yıllık kalkınma planı sonrasında, 1967 yılında Devlet Planlama Teşkilatının başına getirilen Turgut Özal, ikinci kalkınma planını uygulanamaz hale getirerek devletçilik ilkesine en ciddi darbelerden birini vurdu.
Kamuoyunda devlet kurumlarının siyasete alet edildiği ve iktidarda olan parti yandaşlarına peşkeş çekildiği dedikoduları yayılmaya başladı. Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT’ler) devlet mülkiyetinde olması nedeniyle, kar dürtüsü olmadığı için ve siyasilerin oy deposu haline getirildiği vs gibi gerekçelerle gözden düşürülmeye başlandı.
KİT’lere en ufak yatırım dahi yapılmayarak eski teknoloji ve yıpranan makinelerle üretim yapmak zorunda bırakıldı. Dolayısı ile KİT’lerde yapılan üretim pahalı ve verimsiz hale geldi.
1980’lere geldiğimizde dünyada yeni liberalizm (neoliberalizm) fırtınası esmeye başladı. 1967 yılında DPT’nin başına oturtularak DPT’yi çalışamaz hale getiren Turgut Özal, daha sonraki yıllarda çalışmak için gittiği Dünya Bankası’ndan Başbakanlık Müsteşarı olarak Türkiye’ye geri getirildi.
24 OCAK KARARLARI VE KİT’LERİ TASFİYE
Getirilme nedeni, 24 Ocak kararlarını Türkiye’ye aldırarak, Türkiye’de emperyalizmin tüm dünyada hegemonyasını sağlamlaştırma aracı olan neoliberal politikaların uygulanmasını sağlamaktı.
12 Eylül 1980 askeri darbesi ile ancak uygulanabilen bu politikaların temel sloganı “verimsiz olan devleti küçültmekti.” Devleti küçültmek için de başta verimsiz çalışan KİT’leri satarak tasfiye etmek gerekmekte idi. 1986 yılından başlamak üzere KİT’ler özelleştirilmeye başlandı.
Neoliberalizmin 1. Dalgası ertesinde toparlanmaya çalışan Türkiye’nin başına bu kez sol görünümlü emperyalizmin memuru Kemal Derviş atandı. İktidara ise 2001 yılı Kasım ayında AK Parti getirildi. Kemal Derviş politikalarını uygulaması içinse Ali Babacan bu göreve atandı.
Ali Babacan döneminde toplam 70 milyar dolar bedelli özelleştirmenin yaklaşık 50 milyar doları gerçekleştirildi. Devletin belkemiği olan tüm KİT’ler tasfiye edilmişti. Arada kalanlar ise yine yavaş yavaş satılıyordu.
Tasfiye edilen KİT’lerde kamuoyuna verilen sözler tutulmadı. Çalışan işçiler bir takım bahanelerle işten çıkarıldı. Türkiye’de yüzde 5’ler civarında gezen işsizlik AK Parti iktidarları döneminde çift hanelere sıçradı.
AK Parti’nin ilk yıllarında KİT satışlarından elde edilen gelirler ve uluslararası piyasalarda bollaşan dolarlarla bir parasal bolluk dönemi yaşandı. Bu sürdürülebilir olmayan bolluk döneminde ele geçen paralar hovardaca harcandı ve Türkiye ciddi bir borçlanma ekonomisi sürecine sokuldu.
Bu süreç içinde KİT’lerde çalışan işçiler dahi özelleştirme yanlısı hale getirildi. Zaman içinde işçiler özelleştirmeye karşı tavır almaya başladı. Aynı zamanda kamuoyunda özelleştirmelerin hem KİT çalışanları hem de ülke için ne kadar zararlı olduğunu anlaşılmaya başladı.
Ekonominin doğru yönetilmesi ve birkaç yılda bir krize girmemesi için planlı ekonomi ile devletin ekonominin dümenine geçmesinin ne kadar gerekli olduğu anlaşıldı. Özellikle enerji gibi tekel konumunda olan sektörlerde, sektörün devletin elinde ve kontrolünde olmasının gerekliliği ortaya çıktı.
2020 yılından itibaren pandemi ile başlayan kriz sürecinde ve dünya tedarik krizi döneminde devletin elinde olan doğal gaz üretimi ve ithalatı nedeniyle tüketici doğal gaz fiyatları konusunda rahatlıkla korunabildi.
Ancak devletin elinde olmayan akaryakıt ve elektrik üretim ve dağıtımı konusunda ülke ciddi sıkıntılar yaşadı. Hala bu sıkıntılarla enflasyon, işsizlik ve hayat pahalılığı olarak karşılaşıyoruz.
Türkiye’de elektriğin yüzde 36’sı kömür ile elde ediliyor. Yani en büyük enerji üretimi termik santrallerle sağlanıyor.
DEVLET 20 MİLYON DOLAR YATIRIM YAPTI
Bunlardan biri de Çayırhan Termik santrali. 20 yıllığına özel sektöre devredilen santral 2020 yılında devlete geri teslim edildi.
Arada geçen 4 yıl içinde devlet tesise 20 milyon dolar (Tes -İş başkanı Sayın İrfan Kabaloğlu’nun Ulusal kanal verdiği demecinden) yenileme ve teknoloji geliştirme yatırımı yapması sonrasında yeni bir alıcıya bu kez kökten satışı söz konusu.
Daha önce tesisin devredildiği özel sektör grubu tesise en ufak yatırım dahi yapmadı. Deyim yerindeyse tesisin “suyunu çıkarıp” tesisi geri iade etti. Sözleşme ile yapılan vaatler de yerine getirilmedi.
Tesis şimdi yenilendi. İşçilerin deyimiyle saat gibi çalışıyor ve çok büyük kâr ediyor. Yani özelleştirme gerekçesi olan verimsizlik vs. gibi şeyler söz konusu değil. Devlet altın yumurtlayan tavuğu birtakım vaatler ve serbest piyasa ekonomisi yalanları adı altında bazı çevrelere peşkeş çekecek.
Hatta söylentiye göre kime satılacağı dahi şimdiden belli. İşletmede 2 bin kişi çalışıyor. Yeni alacak olan şirketin fazla iş gücü bahanesi ile çalışanların önemli kısmının işine son verileceğine kesin gözü ile bakılıyor.
Vatan Partisi Ankara İl Başkanı Sayın Utku Reyhan’ın söylediği gibi özelleştirme şartnamesinde çalışanlara yönelik herhangi bir güvence yok.
Sonuçta.
•Türkiye’nin en önemli üretim sektörlerinden olan enerji sektöründe özelleştirme yapılamaz.
•Yörenin ekmek kapısı olan Çayırhan Termik santrali kamunun elinden alınarak bir kişinin iki dudak arasından çıkacak sözlere teslim edilemez.
Başta Çayırhan çalışanları olmak üzere, yöre halkı ve Türk milleti bu özelleştirmeye izin vermeyecektir.
Çayırhan Termik Santrali başta çalışanlarının olmak üzere halkındır.
SATILAMAZ.