NATO baskısına karşı pazarlıkçı politika zorlukları büyütür

NATO’nun İsveç ve Finlandiya’nın örgüte girişi konusunda Ankara’ya basıncı arttı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in geçen haftaki ziyaretinde masadaki esas konu buydu. Stoltenberg, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüştü. NATO Genel Sekreteri, 3 Kasım’da Çavuşoğlu ile birlikte düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:

“Finlandiya ve İsveç, Türkiye ile anlaşmalarındaki taahhütleri yerine getiriyorlar. Terörizmle mücadelede her yerde, her konuda taahhütlerini güçlendiriyor ve taahhütlerini yerine getiriyorlar. Türkiye'yle birlikte çalışmaya hazırlar. Dolayısıyla bütün güvenlik endişelerinizi giderecekler. Artık İsveç'in, Finlandiya'nın tam üye olarak NATO'ya katılması lazım.”

Stoltenberg’in Türkiye’deki görüşmelerinde açıkça İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerinin yıl sonuna kadar tamamlanmasını istediği basına yansıdı. Bunun için bu iki ülkenin NATO’ya katılımı konusundaki uluslararası sözleşmelerin TBMM’de onaylanması gerekiyor. Ancak, yetkililerin resmi açıklamalarına göre Ankara, İsveç’te bazı yasal değişiklikler yapılmasının olumlu olduğunu fakat uygulamanın görülmesi gerektiğini belirtiyor. İsveç’teki terör yasası ile ilgili değişiklikler 1 Ocak 2023’te yürürlüğe gireceği için Ankara’nın bekleyip süreci görme eğiliminde olduğu kaydediliyor. Finlandiya’nın katılımı konusunda ise Ankara’da daha az tereddüt olduğu konuşuluyor.

SÜREÇ NASIL İŞLEMİŞTİ?

İsveç ve Finlandiya, 18 Mayıs’ta NATO’ya resmi üyelik başvurusunu yaptı. Türkiye iki ülkenin PKK ve FETÖ’ye ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle üyelikleri onaylamayacağını açıkladı. Ancak 28-29 Haziran 2022’deki NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Madrid Zirvesi sırasında NATO Genel Sekreteri’nin katılımıyla Türkiye, İsveç ve Finlandiya liderlerinin yer aldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda üç ülke bir mutabakat muhtırası imzaladı. Muhtıraya göre, İsveç ve Finlandiya, “PKK, PYD/YPG ve FETÖ gibi örgütlere destek vermeyeceğini”, Türkiye ile teröre karşı mücadelede işbirliği yapacağını ve silah ambargolarını kaldıracağını taahhüt ediyordu.

Ardından iki ülkenin başvuruları Zirve’de kabul edilmiş, 5 Temmuz’da İttifak’a katılım protokolleri imzalanmıştı. Bu tarihten itibaren İsveç ve Finlandiya’nın katılımı, üye ülkelerin meclislerinde onaylanmaya başlandı.

Bugün itibarıyla, 30 üyeli İttifak’ta sadece Türkiye ve Macaristan, iki ülkenin başvurusunu kendi meclislerinde onaylamadı. Macaristan yetkilileri yıl sonuna kadar onay vereceklerini açıklamıştı.

MİNDER DÜŞMANIN

İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği ile ilgili Ankara’nın politikasının, ilkesel bir yaklaşım değil, esas olarak Türkiye’deki seçimlere odaklandığı, ABD ve genel olarak Batı İttifakı’nın seçim sonuçlarını etkileyecek baskılarını hafifletmek üzerine kurulu olduğu görülüyor.

Stoltenberg’in ziyaretinden beş gün sonra bu kez İsveç’in yeni Başbakanı Ulf Kristersson Türkiye’ye geldi. İsveçli konuğuyla birlikte düzenlediği basın toplantısında Erdoğan, şunları söyledi:

“İsveç ve Finlandiya'nın caddelerinde teröristlerin ellerinde terörist başının paçavralarıyla dolaşmalarını benim halkım gördüğü zaman hesabını bize soruyor. Önümüzde Temmuz ayına kadar süre var. Bir diğer taraftan da Haziran ayında Türkiye'de seçim söz konusu. Gerek Cumhurbaşkanlığı gerek parlamento seçimi. Bu seçimlere de hazırlanırken halkımızın karşısına çok rahat çıkabilmemiz lazım. Bunları da değerli dostumla paylaştık, görüştük.”

Yani bu konuda da Erdoğan Hükümeti’nin uluslararası ilişkilerde başından beri benimsediği “al-ver” sistemi geçerli. Kulislere yansıyan, bu iki ülkenin üyeliklerinin ABD’nin F-16 satış engelini kaldırmasıyla bağlantılandırılması da aynı yaklaşımın sonucu.

Zaten Erdoğan, Çavuşoğlu ve diğer yetkililer “ilke olarak NATO’nun genişlemesini desteklediklerini” her vesile ile açıklıyor. Bunun adı, düşmanın minderinde güreşmektir. Bu şartlarda “pazarlıkta avantaj kazanmak için elde tutulanlar”, gerçekte ABD’nin kozlarıdır. Atlantik cephesinin NATO’yu genişletme politikasının Rusya’yı, Çin’i ya da İran’ı hedef almanın ötesinde Türkiye’yi de kuşatmayı amaçladığı saptanmadan izlenen ve izlenecek politikalar, Türkiye’nin daha büyük stratejik zorluklarla boğuşmasına neden olacaktır.