NATO’nun kanat ülkesi değil, Avrasya'nın merkez ülkesi
Devletlerİn olduğu gibi uluslararası yapıların da siyasal, askeri, ekonomik ve sosyal dayanakları vardır.
NATO, 2. Dünya Savaşı sonrasında yerküreye “nizam” veren, Atlantik Paktının askeri dinamiğidir. İnsan hakları örgütleri ve gözlemci kuruluşlar Atlantik Paktının siyasal dinamiklerini oluştururken, (sanıldığı gibi iktisadi değil) sosyal alanda Avrupa Birliği ve ekonomik alanda, IMF ve Dünya Bankası, Atlantik sisteminin diğer sütunlarıdır.
Dünya düzenine “ayar veren” önemli dönemeçler; savaşlar, devrimler, salgınlar veya ekonomik buhranlar olmuştur. Yaşamakta olduğumuz son salgın, Asya’da yükselen ekonomilerin ve Avrasya güzergahının parlamakta olduğu bir zaman kesitinde, halkçı, insancıl iktisadi işleyişleri ön plana çıkarmış, Atlantik sistemi ricat etmeye başlamıştır.
Denilebilir ki, Atlantik sistemi içinde en büyük teşriki mesai noktamız NATO olmuştur.
Tersten OTAN diye de okunan bu askeri iş birliği yapısı Türkiye’nin zarar hanesindedir.
Öyledir çünkü, buzdağının görünmeyen kısmıyla süperNATO, darbe süreçlerinin bir yerinde hep var olagelmiştir. Türkiye’nin demokrasisini geliştirmek, ekonomisini güçlendirmek için nasıl ki, AB’nin Kopenhag ve Maastricht kriterlerine katıksız bir ihtiyacı yoksa, toprak bütünlüğünü korumak için, ille de NATO şemsiyesine bağımlılığı olmasa gerekir.
Gerçekten 15 Temmuz sonrası NATO-Türkiye ilişkileri de daha yoğun olarak irdelenmeye başlamış, o arada aydınlarımızı aramızdan koparan ve doğu illerimizde kalkışma arayışlarını kışkırtan ortamlardaki Atlantik’in parmak izleri daha net belirlenmeye başlamıştır.
Tüm bunlara karşılık NATO içinde sahip olduğumuz veto hakkının, bütün Kıbrıs’ın, Rum Kesimi tarafından yutulmasını veya Ukrayna’dan sari olacak ve olası bir askeri çatışmaya yol açabilecek buhranın Karadeniz’de işimizi zora sokmasını engelleyebileceği, öte yandan Asya’daki Türk Devletlerinin (Türkiye’nin NATO’daki üyelik kaydı sayesinde) olası bir Rusya ablukasına alınmasına ve aslında her iki devletin de (Türkiye ve Rusya) yanıltılmasına dolaylı olarak engel olacağı düşünülebilir. Bu tartışmalar sürecektir. Bir diğer yandan da Avrasya çağı içine bizi de alarak giderek genişleyecektir.
NATO ile ilgili kuşkusuz en çarpıcı tespitlerden birini HEPAR Kurucu Genel Başkanı Osman Pamukoğlu yapmıştır… Sayın Pamukoğlu’na göre, “NATO, bir ticari örgüttür”! Hedefi 12’den vuran bu tanım, NATO’nun görünüşte bizi, İtalya’yı veya İspanya’yı “koruyan” değil askeri silah ve teçhizat açısından bağımlılığı süreğenleştiren yapısını çarpıcı şekilde gözler önüne sermektedir. Gerçekten NATO’nun ebedi patronu ABD’dir ve fakat çözülmekte olan Atlantik sisteminin bizzat içinden ifade edildiği gibi “beyin ölümü” de gerçekleşmektedir.
Yeni bir dünya kurulmaktadır. Bizim için de bölge merkezli dış politika ve Asya’nın uygarlık güneşi içinde daha esen bir iklim belirmektedir. Bu gerçeklik sınanmıştır. Gerçekten birkaç yıl önce Kerkük’te önlenen yapay referandumdan Karabağ’ın Azerbaycan’la kavuşmasına, Türk Devletleri Teşkilatının oluşturulmasından en son Kazakistan’da turuncu darbenin önlenmesine, Türkiye, bölge ülkeleri, kadim komşuları ve Avrasya’nın başlıca unsurlarıyla hareket ettiğinde daima kazançlı çıkmıştır.
Türkiye NATO’nun kanat ülkesi değil, Avrasya’nın merkez ülkesi olmalıdır. Bu yolda ulusal düzlemde de yapılacaklar vardır… Askeri eğitim düzenimiz Kemalist ilkelerle yükseltilmeli, yabancı üsler TSK’nın yönetimine geçmeli, ikiz yasalar derhal lağvedilmeli, paralı askerlik (gurbetçiler hariç) tamamen kaldırılmalı, profesyonel (uzmanlaşmış) ordu esas alınmalıdır. Savunma sanayi yatırımları artarak devam etmelidir. Her alanda tam bağımsızlık ilkesini güçlendiren önlemler eşliğinde, Türkiye, gün yitirmeden Gümrük Birliği'nden çıkmalıdır.