Ne çok adı varmış! -(TAMAMI)

Cumhuriyet Kitap’ta (9 Mayıs 2013) Enis Batur’un aşağıdaki satırlarını okurken bir sözcüğe bakmak için sözlüklere gereksinme duydum:

“Düpedüz, alenen, son derece ciddi ‘erkeklik organı’ hakkında konuşuyorlar. Baba-oğul kalafat etrafında örülüyor söz yumağı. Düşünüyorum: Babamla konuşamazdık bu konuda, yatkın değildi, oğlumla konuşamazdım, yatkın değildi.”

“Kalafat”ı gemicilikle ilgili bir söz olarak bilirim ben, yukarıdaki anlamda “malafa/malafat” sözcüğü yaygın olarak kullanılır. Kim bilir belki de deniz insanlarının argosu “kalafat”ı ben duymadım, yalnız “cinsel ilişki” anlamında “kalafata çekmek” deyimini sanki bir kez işittiğimi anımsıyorum, tam emin de değilim. Argo dilin yer altındaki güzellikleri bence. Sözlüklerde yer bulmalı. Ölçünlü dilin sözlüklerine ne “kalafat” alınmış, ne “malafat”... Ayıp diye mi acaba? İyi de sözlük yazarlığında ayıp olmaz ki, siz insan dilinin yarattığı her sözcüğü sözlüklere almak zorundasınız; bunları almak demek, bol bol kullanın demek değildir. Argo sözlüklerde de “erkeklik organı” anlamında yalnız “malafa” sözcüğüne rastladım. Bazı sözcüklerin mecazi anlamlarını, gerçek anlamlarından önce öğreniriz; ben “malafa”nın kuyumculukta kullanılan, ucu sivri, yuvarlak, demirden bir alet olduğunu yıllar sonra öğrendim. Sözlüklerimiz için yinelediğim bir sözü bu konu dolayısıyla bir kez daha yazacağım buraya: Bizim sözlüklerimiz tesadüfen bir araya gelmiş sözcükler toplamıdır.

Sevgili Batur yazısına şöyle devam ediyor, ki buradaki cinsiyet ayrımına dayalı irdelemeyi ya da genellemeyi doğru bulmadım: “ Yatkın olsalardı ben konuşabilir miydim, ikisiyle de konuşabilirdim, her şeyi konuşmaya yatkınım. Bir kadınla konuşabilir miydim, peki? Zorlanırdım, sıkıntı duyardım sanırım; belki de konuşamazdım. Bir eşcinselle: Çok zor!”

Bu konularda konuşacağınız kişinin cinsiyetinden ya da cinsel tercihlerinden önce, aranızdaki ilişki önemlidir, yakınlığınız, samimiyetiniz temel belirleyicidir, bir de amacınız, niyetiniz tabii. Bazı cinsel konular vardır ki, hemcinsinizden çok, karşı cinsle konuşabilirsiniz.

Enis Batur’un yazısı bir öyküyü anımsattı bana. Örneğin şu anlatacağım öyküyü bir erkek, bir kadına anlatamaz mı? Sözünü ettiğim yazıyı okurken, kendi kendime bunu da sordum. Kadıncağızın birini teşhirci komşu her sabah taciz ediyormuş, kocası işe gidince, karşı pencereden orasını gösteriyormuş. Kadın çaresiz kocasına açmış konuyu, adam astsubay... Bir gün sekiz on asker getirip evin bir odasına yerleştirmiş, sabah çekip işine gitmiş. Teşhirci erkek karşı pencereden gene aynı haltı yiyor. Astsubay şikâyetçi, asker tanıklarıyla birlikte yargıç karşısına çıkıyorlar. Yargıç birinci askere soruyor:

“Anlat oğlum ne gördün?”

“ Efendim başçavuşum sabah işine gittikten sonra, işte bu adam aletini çıkarıp pencereden hanımefendiye gösterdi.”

Yargıç, kâtibe dönüp; “Yaz kızım, “ diyor, “aletini gösterdi.” Sırayla bütün tanık askerler duruşmaya alınıyorlar, birincisinin “alet” dediği organı, her biri ayrı sözcüklerle anlatıyor. Kimi “kamış”, kimi “zeker”, kimi “malafat” diyor, arada “takım taklavat”, “Osman”, “Haydar” diyenler de var. Yargıç her sözcüğü ayrı ayrı “Yaz kızım...” diye tutanaklara geçirirken, sonunda patlıyor:”Yahu bu meretin ne çok adı varmış!”

Sevgili Batur, bu meretin yeni yetmeliğimizden beri birsürü adı olduğunu biliriz, bunların yalnız erkek erkeğe konuşulduğunu düşünmek de, toplumu ya da insanı iyi tanımamak gibi geldi bana. Yerine göre kadınlarla da konuşuruz; ama şu utangaç sözlük yazarlarımızla konuşabilir miyiz, bilemiyorum.