Ne kadar samimiyiz...
Her şey ne kadar da hızlı değişiyor. Ya da belirli bir yaşa eriştikten sonra bize mi öyle geliyor. Değişim ve dönüşüme uğrayan yalnızca yaşamı olabildiğince kolaylaştıran teknoloji değil, onun da ötesinde kimi değer yargıları da. Dün bir erdem olarak bize sunulan yargılar günümüzde bir zaaf, dünün zaafları olarak bilinenler ise günümüzde bir erdem olarak karşımıza çıkıyor. Dönüşüme uğrayan yargılar mı, yoksa biz miyiz, orası pek belli değil. Ya da çok belli de çoğu kez dillendirmek işimize gelmiyor.
Daha önce de sözünü etmiştik ama bir kez daha yinelemekte yarar var. Örneğin kent bilincine- ya da belleğine yönelik- toplumsal eylemler. Bunun en tipik örneğini eski Pera, yeni Beyoğlu’nun Markiz’i kapılarını kapadığı zaman yaşamıştık. Bırakın Markiz’i gitmeyi, yerini bile bilmeyenler birden bire Ah Markiz, vah Markiz... diye az yaygara koparmamıştı. Bu nezih mekan tekrar yaşama geçirildiğinde ise hiç kimseden söz çıkmadı. Sonunda birkaç kez el değiştirerek Pera’nın yitik mekanları arasında yer aldı. Bu mekanı bu konumu getirenlerin başında ise Pera snopluğunu hiç kimselere bırakmayan malum, gereğinden fazla konuşkan çevre ile onlara ayak uydurmaya çabalayan ama yerini bile bilmeyen kırsal kesim ya da taşralı aydın takımından -tümü değil- birileriydi.
Emek sineması olayı da öyle olmadı mı? Bu mekanın yıkılmaması için neler söylenip neler yapılmadı ki? Bu eylemlerde dün başı çekip, kahramanlık taslayanların dönekliğine bugün o eylemlere katılanlardan ve kent belleğine ilişkin mangalda kül bırakmayanlardan bir “tısss bile yok. Hayret ki hayret...Yasal yollardan savaşımın şimdilerde başlaması ya da devam ettirilmesi gerekmiyor mu? Ama ne gezer, herkes sinmiş, eşe -dosta, kağıttan kahramanlarla ve de duayenlere bulaşmayalım diye biraz da korkudan sesini bile çıkartamıyor.
Diğer bir örnek ise Atatürk Kültür Merkezi’yle ilgili. Kimileri bu günümüzün gereksinimlerini karşılamaktan uzak köhne binanın yıkılmasının doğru olduğu görüşünü savunurken, kimileri ise kimi haklı nedenlerden ötürü buna karşı çıkmıyorlar. Olan ise tabii yine konunun öznesi konumunda olan bu binaya oluyor. önce tartışmaya açılıyor, sonrasında terkedilip kendi yazgısına bırakılıyor, bir süre unutturulduktan sonra da dozerlerin insafına bırakılıyor. Sonrası ise yine büyük bir sessizlik.
Bu durumlar nedendir bilinmez bana hep fes’in yaşamımıza girip çıkmasıyla ilgili bilinen olayları anımsatıyor. Bilindiği gibi fesin giyilmesi ile ilgili zorunluluk olduğunda herkes “biz bu gavur icadını giymeyiz” diye baş kaldırmış, fesin yasaklandığı dönemde de bu kez “Müslümanlık elden gidiyor” diye yine aynı kişiler bu kez feryat etmişlerdi. Olan fese değil de, bu uğurda karşı koyanlarla baş kaldıranların başlarını olmuştu.
Günümüz aydınlarının (her kim ise onlar...) aman yıkılmasın diye öne çıkmakta yarış ettiği AKM (Atatürk Kültür Merkezi) ile ilgili bir geçmişten bir dergi elime geçti. AKM’yi kapağına taşıyan dergi ise o dönemin tüm aydınların yazı yazdığı Milliyet Sanat Dergisi. ...
Bakın yıllar önce, bugün yıkılmasın diye feryat ettiğimiz AKM ile ilgili neler yazıyor bu dergide. Yalnızca bir örnek. Atatürk Kültür Merkezi binasından sorumlu müdür yüksek mimar Önder Doğu, binanın en küçük odasına kadar artık yetmez durumda olduğunu söylüyor ve ardından şöyle devam ediyor: “Bu binanın yükünü alabilecek başka salonlar gerek. Örneğin tiyatronun, orkestranın gidebileceği başka salonlar olmalı. Bina artan ihtiyaçlara, kabaran kadrolara cevap veremez oldu...”
Derginin yayınlandığı tarih mi, hemen söyleyeyim: 15 Kasım 1991...
Dünün aydını bugünü çok öncelerden görmüş, günümüzün kendini aydın zanneden kimileri ise ne yazık ki ne dünü ne de yarını görebiliyor.
Sanırım sorun yıkılan binalar değil de, bu binalardan bir başka rant devşirmeye yönelen kimi aydın müsveddelerimizde. Hem yıkılmasın diye direniyorlar, hem de, yıkıldıktan sonra, kahramanlaştırdıklarının “ ahhh, ne de de güzel olmuş” diye methiye düzenlere karşı sesiz kalıyorlar...
Tabii ki sözüm gerçek aydınlara değil... Onlar çalıştıkları kurumlardan kovulsalar da, gerçeği, yalnızca gerçeği söyledikleri ve yazdıkları için hala varlar... Ve sanırım her koşulda da var var olmayı sürdürecekler...