Ne oldum delisi olanlar -(TAMAMI)

1960 yılının Haziran ayı. Ankara’nın o cânım Piknik’inin taraçasında Ahmed Arif, Mehmet Kemal ve ben oturmuşuz. 27 Mayıs’tan en çok 3-4 hafta sonra. Ahmed Arif 33 yaşında, Mehmet Kemal 39 yaşında, benim 24’e girmeme 3 ay var.

Okul bitmiş. Fransızca öğretmeni olarak gideceğim yeni öğrenmek için kura çekimini bekliyorum. Fransa’ya gönderilmem gerekirken, bir asistan öğretmenlik yapmaya niyetli olmadığımı ileri sürdüğü için, yerime iki kız öğrenci seçilmiş.

Ahmed Arif, engelci asistana ünlü küfürlerinden birini savunuyor.

Mehmet Kemal, “Lan oğlum, sen bu 27 Mayıs’a bakma, bu düzen sana öğretmenlik yaptırmaz. Aklın varsa, Ankara’dan kımıldama. Ya bir gazeteye gir, ya da radyoya girmek için bir torpil bul.”

Ahmed Arif, kendi çalıştığı gazete ile benim için görüşeceğini söylüyor.

Askerlikten sonra, Fransız Hükümeti’nin açtığı burs sınavını kazanarak, Paris Üniversitesi’ne gittim.

Mehmet Kemal haklı çıktı. 1969’da öğretmenlikten ayrılmak zorunda kaldım ve henüz Adalet Partisi’nin el uzatamadığı özerk TRT’ye girdim.

***

Öğretmen olmadan önce, sırasıyla, gazoz ve simit satıcılığı, kebapçı ve kahve çıraklığı, iplik ve dokuma fabrikası işçiliği, maliye memurluğu, kütüphanecilik yapmıştım. 12 Eylül döneminde TRT Televizyonu’ndan ayrılmak zorunda kalınca, kimse iş önermediği, ben de iş için kimsenin kapısını çalmadığım için, evimde oturup 7 yıl çeviri yaptım. 1988 yılında Erdal Öz, Can Yayınları’na editör olmamı istedi. O tarihe kadar editör sıfatıyla hiç kimse bir yayınevinde çalışmamıştı. 1995’te Can Yayınları’ndan ayrılıp Telos Yayınları’nı yönetmeye başladım. 5 yıl sonra ayrıldığım zaman, Telos Türkiye’nin en önemli yayınevlerinden biriydi. Telos’ta yayınladığım yazarlardan şimdiye kadar ikisi Nobel Ödülü aldı. 2000 yılında Hürriyet gazetesinde yazmaya başladım.

1980’den itibaren ülkenin en önemli dergilerinde (Varlık, Yeni Düşün, Gösteri, Dünya Kitap, vd.), kısa bir süre Yeni Yüzyıl gazetesinde siyasi ve toplumsal yazılar yazıyordum. Bu yazılar 6 kitapta yayınlanmıştı. Dört tane de edebiyat kuramı kitabım yayınlanmıştı ve tanınmış bir şairdim. Hürriyet’te yazmaya başladığımda telif ve çeviri yüzden fazla yayınlanmış kitabım vardı.

Ertuğrul Özkök bu entelektüel kargoyu göz önünde bulundurarak Hürriyet’te yazmamı önermişti. Ama asıl Türkiye’nin çok partili demokrasiye erken geçtiğini ileri süren yazılarımdan etkilenmişti. “İspanya, Portekiz ve hatta Yunanistan gibi 1975’den sonra demokrasiye geçse, Cumhuriyet daha sağlam bir zemine otururdu” diyordum.

Ertuğrul Özkök, sanki yaptığı anlaşılmasın diye utanarak, çekinerek gazeteye beni arka kapıdan soktu. Beş yıl kadar Hürriyet Avrupa’da, Hürriyet Pazar’da gizledikten sonra Vuslat Hanım’ın zoruyla ana gazeteye aldı.

Benim gibi yayın ve entelektüel kargosu olan birinin Hürriyet’e davul-zurna eşliğinde girmesi gerekirdi.

Ama bu ülkede, “Gazete”, edebiyat ve felsefe kökenli (Zola, Ortega y Gasset, Albert Camus, Sartre, Fuentes, Marquez gibi) yazarlardan ürküyordu. Özgür ve bağımsız kalacakları, eğilip-bükülmeyecekleri için.

***

Bulabilirseniz, 1980-1999 yılları arasında yaydığım yazıların yer aldığı 6 kitaptan oluşan “Yazmasam Olmazdı” ve “Mahşerin Üç Kitabı”nı okuyun, yazıların çoğunda 2002 sonrasında olacak olanlar haber verilmektedir: Tevhid-i Tedrisat Kanunu, İmam-Hatip Okulları, okulların ve devlet kurumlarının İslamileştirilmesi... Bu yazılara Hürriyet gazetesinde de devam ettim. Felaketi haber verdim ama sadece güncelle ilgilenen, geçmişi unutan ve geleceği öngöremeyen “Muhabir-gazeteci” kafası yazdıklarımın önemini anlayamadı. Taa 4+4+4 Yasası’na kadar.

***

Anadilde eğitimin ne anlama geldiğini anlattığım yazıları da henüz anlamış değiller. Üniter bir devlette resmi dil dışında bir başka etnik dille öğretim yapmanın ancak federatif sistemde mümkün olduğunu yazdığım zaman da anlamadılar. Bugün de anlamıyorlar.

Diyelim ki PKK’ya istediği her şey verildi ve anadilde öğretim, ikinci aşamaya kaldı. Bu hak verilmezse, uyur taklidi yapan PKK hemen silaha davranacaktır. Silah zoruyla bu hakkı aldı diyelim. Bu ancak üniter devletin federe devletlere bölünmesiyle mümkün olur. Bu yazdıklarımı anlamayanlar, anlamak istemeyenler günü geldiğinde anlayacaklar.

Üniter devlet, nüfusu kalabalık bir etnosa anadilini özgürce öğrenmek hakkından fazlasını veremez. Bu nedenle AKP tarikatı ve yandaşlarının “Barış süreci” diye diye göbek attıkları dönemin başarıya ulaşması, sadece anadilde öğretim hakkı nedeniyle, mümkün değil.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, “Biz Ortadoğu’da bütün halkların birlikte eşit bir şekilde, demokratik bir ortamda kardeşçe yaşamalarından yanayız. Bu da demokratik konfederalizm ve federasyon ile olur. Ulus devletlerde diktatörlük olur” (Yurt, 27.04.13) diye buyuruyor.

Anadilde öğretim hakkı gibi, Karayılan’ın bu sözlerinin de ne anlama geldiğini “Gazete”nin ve “Gazeteci”nin anladığı kanısında değilim. Barış süreci, PKK’nın çekilmesi gibi ıvır-zıvırla uğrasıyorlar. Gerçek sorun onların sandıkları değil, benim yıllardır yazdıklarımdır.

Murat Karayılan, Cumhuriyet’in ulus devletini beğenmiyor, onu yıkmak istiyor. Murat Karayılan sözünü ettiği federal ve konfederal devleti kimlerle kuracak. Türkiye böyle bir amacı kabul etmez ve düşmanca tavır sayarsa ne olacak?

AKP tarikatı, Kürt sorununu, laik devleti yıkmak için kullanıyor. Kendi devletiyle savaş halinde olan AKP tarikatı neden Kürt sorununu şıpın işi kapatmak istiyor. Düşünün biraz!