Neden bir okulu yakarlar ki?

Maltepe - Kadıköy arası çalışan minibüste önümüzde oturan yaşlı çiftten kadın, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin önünden geçerken, okulun yanan kısmını eşine göstererek, “Neden bir okulu yakarlar ki...” gibisinden bir şey söyledi. Eşi ise, bir süre nasıl bir yanıt vermesi gerektiğini düşündükten sonra yalnızca “Kahretsin!” deyiverdi.

BIRAKILIP ALINMA YÖNTEMİ

Bazen tek bir sözcük bile, açıklamakta zorluk çektiğimiz bir durumun özetini vermeye yetebiliyor. Kahretsin de bunun tipik bir örneği...

Ama içinde yaşadığımız toplumda “kahrolan” ya da “kahrolması istenen” bu sözcükle ifade edilenin tam tersi oluyor. Birileri hedef gösteriliyor, ateşe verilip yakılıyor, ama onları yakanlar, nedendir bilinmez, dünyanın medeni ya da gayri medeni hiçbir ülkesinde olmayan bir sorumsuzlukla yaptıkları eylem bir suç değilmişçesine serbest bırakılıyor, tepkiler sonrasında ise kamu vicdanını sızlattığı için -biraz da istenmeyerek- tutuklanıyor. Tıpkı daha önce izlediğimiz “tekme atan adam” figüründe olduğu gibi...

KORKAN BASIN SALDIRGANA CESARET VERİR

Böylesine bir durum karşısında “kahretsinler” sözünün muhatapları yerine, ne yazık ki, yıkılıp -yakılanlar -tabii ki böylesine aymaz bir tutum nedeniyle üzüntüden- kahrolup gidiyor...

Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin yakılmak istenmesi -ve kısmen de yakılması- bizi yalnızca bu yönden kahretmiyor, dahası da var...

Bir ülkede, tanınmış, saygın bir kişinin, ücretsiz eğitim vererek onlarca sanatçı yetiştirdiği bir okul yakılıyor... Bu durum her şeyden önce bir haberdir...

Ama ertesi gün birkaç gazete ile birkaç değil bir iki TV dışında olayı hiçbir yazılı-görsel basın görmüyor, daha doğrusu görmezlikten geliyor. Bu da olacak bir iş değil.

Böylesine bir haberi görmezlikten gelen yazılı ya da görsel basın yalnızca “yandaş olarak tanımlanan kesimin sözcüleri olsa, inanın bu denli derinden sarsılıp kahrolmayacağız... Sözüm ona yılların saygın (!) kimi gazeteleri de ilk sayfalarında bu haberi verme gereksinimi duymuyor. Bu gereksinim duymayış, elbette ki haberin değerinden-öneminden değil de, sahipsiz yaşayamayışın onursuzluğunu içlerinden söküp atamamanın sindirilmişliğinden, korkusundan kaynaklanıyor.

KAHROLANLAR HEP SALDIRIYA UĞRAYANLAR

Bir araya gelmenin, barışık olmanın, o bildik, tanıdık yalan türküsünün hep bir ağızdan laf gelişi yinelendiği bir toplumda; kız yurtlarında yakılan çocuklarımızın sorumlularının, tekme atan adamların, okul yakanların bir tutuklanıp bir serbest bırakılmalarıyla oynanan oyunlar ve bu oyunlara, tek sütunluk bir haberle bile yer verme gereksinimi duymayan suskun ama özgür basınımız (!) olduğu sürece, elbette ki bitmeyecek, tersine çoğalarak yaşamımızın korkutucu ama hiçbir zaman sindirilemeyecek bir parçası haline gelecektir.

Yakanların, yıkanların değil de, yakılanların, bu denli adaletsizlikten üzülerek kahrolduğu bir dönemden geçiyoruz...