Neden bir troya romanımız yok?
Christa Wolf’un “Kassandra”sını okuduğum günlerde, neden bizde bu tarz roman yazılmıyor diye sormuştum kendime.
Tarihî/tarihsel, mitolojik roman değildi demek istediğim. Ötemizde duran antik Troya (Troia) kenti birçok öyküsüyle insanlık tarihine kaydedilmişti. Ki, bunun en önemli birikimi kuşkusuz Homeros’un “İlyada” ve “Odysseia” destanlarıydı.
Batı’nın Troya’nın mitolojik öyküsüne ilgisi bizim ilgisizliğimizi de o oranda arttırıyordu.
“Akdeniz Ege’den başlar” savımı belgeleyen birçok kaynağı okurken; ki buna Fernand Braudel ve bizim Halikarnas Balıkçısı da dahil, dünyanın ve insanlık tarihinin uygarlık yarımadası olan Anadolu’yu bu birikimiyle önemserken; bizler bir “fetih” yurdu gibi görmeyi/göstermeyi nedense yerleşik bir söyleme dönüştürmek derdindeyiz. Osmanlı’dan beri bu böyle.
Cumhuriyet Türkiyesi bu anlayışı kıran ilk adımı başlatırken filizlenen “Tercüme Bürosu”, Köy Enstitüleri, üniversite reformu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nin açılması, Tarih ve Dil kurumlarının kurulması... Derken, Arkeolojik kazıların yapılması, “Mavi Anadolu” hareketinin bu bilinçle yurt coğrafyasının tarihsel kültürel varlığını kavrayışa yönelişi...
Yeni aydınlanma bilincinin uyanışını anlatıyordu bize her biri.
Eğer bu bakış/anlayış sürdürülebilseydi, eminim ki Troya kentine, Efes’e, Aphrodisias’a ve Anadolu’nun birçok antik kentine bakışımız değişirdi. Ve bugün edebiyatımızda bu uygarlıkların simgesi yerlere dair romanlar, şiirler, öyküler, oyunlar yazılıp dururdu.
Ola ki Shakespeare ve antik Yunan’ın oyun yazarlarının da etkisiyle Güngör Dilmen, Orhan Asena, Ülkü Ayvaz gibi oyun yazarlarımız Anadolu’nun bu mitolojik/tarihsel birikimini oyunlarına taşımışlardır. Ama bugün ne Troya, ne Efes ne de Aphrodisias, Pergamon kentlerine dair roman yazılmamıştır.
Adéle Geras’ın “Troya’da Aşk”ını okurken, yeniden Christa Wolf’un “Kassandra” romanına, gene konusunu Anadolu’nun antik tarihinden alan “Medeia/Sesler”’ine dönüyorum.
Wolf, tarihi/mitolojiye “zaman-dışı” bir kavram olarak görmez. İnsanlığın serüveninin sürekliliğini sağlayan öğeleri alıp romanına taşırken bugüne ayna tutar aslında.
Çok uzağa gitmeyelim isterseniz; Ege ve Akdeniz uygarlığının kaynaklarına dönelim:
- Hititler, Urartu, Frigya, Lidya, Karya;
- Yunanlılar, İonlar, Girit Uygarlığı;
- Çatalhöyük,
- Homeros ve Herodot;
- Roma ve Bizans;
- Selçuklular, Osmanlılar ve Cumhuriyet Türkiyesi.
Ve Anadolu coğrafyasının yerleşim mekânlarına baktığımızda sayısız antik kentin varlığını gözleriz. Troya’dan başlayıp Efes’e, Pergamon’a, Priene’ye Aphrodisias’a, Halikarnassos’a, Apollonia’ya, Olympos’a, Telmessos’a, Perge’ye, Sagalassos’a, Anavarza’ya, Mampsista’ya, Hattuşa’ya uzanan bu geniş coğrafyanın çağdaş edebiyata konu/izlek olmamasını neye yormak gerekir acaba?
Bir zamanlar Efes’i gezen bir kültür bakanının; “bunlar Hıristiyanlara ait, gönderin gitsin,” deme zihniyetine mi yormalı?!
Ordu’da köprüleri sellerin almasına; “bu zihniyet değişmeli” diyen “zihniyet” acaba işe nereden başlamalı dersiniz?
Eğitimde tabela çoğaltarak “imam yetiştireceğiz” diye feryat eden bir zihniyetin okullarda Homeros’u okutacağını sanarak değil her halde!
Fetihçi zihniyetle bunun olamayacağı bilinen gerçek.
Halikarnas Balıkçısı’nın, Sabahattin Eyuboğlu’nun, Azrah Erhat’ın, Yaşar Kemal’in birikimine gözlerini ve kulaklarını kapatan bir anlayış eğitimi biçimlendirdiği sürece; Troya bizim için “uzak ülke” olmaya, başka dillerin kültürlerin insanlarının burayı yazmaya devam edeceklerine tanıklık edip duracağız.