Neden Marx?

Bilimsel sosyalizmin kurucusu Karl Marx 5 Mayıs 1818’de doğdu. Yani 2 gün sonra doğumunun 200. yılı. Teori dergisi olarak, doğumunun 200. yılında doyurucu bir Marx dosyası hazırladık. Marx’ı 21. yüzyılda arıyoruz.

Marx’ı doğru yerde aramak gibi bir sorunumuz var bugün ve bu soruna üç yaklaşım dikkat çekiyor:

Birincisi, Marx’ı 19. yüzyılla sınırlı tutuyor. Yani Marx geçmişte aranıyor. Dolayısıyla bu yaklaşım, bugünü de 19. yüzyıl Marksizm’i ile yorumluyor. İkinci yaklaşım, Mark’ın esas geleceğin kuramcısı olduğu varsayımı üzerinden Marx’ı gelecekte arıyor. Bu iki yaklaşım da Marksizm’i dogmalaştırmaktadır. Üçüncüsü ise Marx’ı içinde yaşadığımız yüzyılda arayan yaklaşımdır.

Bu yaklaşımların her biri farklı Marx’ı arıyor:

Sadece bir düşünce sistemi ya da doktrin olarak ele alınan Marksizm birçok disiplinin ortak ve yeni ve onlardan farklı bir kümesi olarak akademiye sıkışıyor ve pratikten kaçmanın bir yöntemi haline geliyor. Marksizm’in bir kuram olarak ancak gelecekte hayata geçeceği varsayımından da aynı sonuç çıkmaktadır. Böylece Marx’ın teorisi ancak gelecekteki işlerliği ölçüsünde geçmişe ve bugüne ışık tutmaktadır. Bu yaklaşım da Marksizm’i bir merasim aracına dönüştürmektedir.

Marksizm’i her şeyden önce bir eylem kılavuzu yani dünyayı değiştirmek için yorumlama yöntemi olarak ele alan yaklaşım en gerçekçi ve geçerli yaklaşımdır. Marx ancak böyle yaşar. Çünkü Marksizm bir dogma değil, dünyanın en yaygın devrimci pratiğidir.

YAŞAYAN MARX

Alfred North Whitehead, felsefenin, Platon’a düşülmüş bir dipnotlar dizisi olduğunu söylemiştir. Bu tanımın doğru olduğunu kabul edersek, Platon’un felsefeyi ilk sistemli hale getiren filozof olmasının tanımda önemli bir yerinin olduğu açıktır. Ancak tek neden bu değildir. Platon, felsefenin doğru sorusunu da sormuştur. Soru, kimin yöneteceği, bir başka açıdan, felsefenin nasıl gerçekleşeceği sorusudur.

Whitehead’ın tanımından hareketle, felsefe, Platon’un sorusuna verilen cevaplar dizisidir. Zaten felsefe tarihi, felsefe nasıl gerçekleşir sorusuna, gerçeğe yaklaşan ya da yaklaşmayan cevapların toplamı değil midir?

Felsefenin gerçekle olan ilişkisinin belli bir doğruyu izlemesi için felsefe nasıl gerçekleşir sorusuna verilen yanıt üretim ilişkilerinin tarihine, güncel durumuna ve geleceğine dönük bir yaklaşım taşımalı. Bu düzlemde, felsefe, insanın sınıfsız bir dünya özlemine getirdiği yaklaşım üzerinden de kendisini sınamaktadır. Marx’ın felsefenin gerçekleşme olanağına tanıdığı alan, Platon’un sorusunu da geçmişten geleceğe taşıyan bir köprü niteliği taşıyor:

“Yalnız Almanya'da değil ama bütün ülkelerde insanlığı kurtaracak olan proleter devrim, proletarya felsefede kendi tinsel silahını ve hümanizma, yani insanlığın bütünsel kurtuluş ilkesini koymuş bulunan felsefe de proletaryada kendi özdeksel silahını bulacağı zaman patlak verecekti. Proletarya kurtulmadan felsefe gerçekleşemiyor ve felsefe gerçekleşmeden, yani felsefe olarak ortadan kaldırılmadan da proletarya kurtarılamıyordu. (Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara: 2009, s.264.)”

Neden Marx sorusunun cevabı bu alıntıdadır. Çünkü felsefenin gerçekleşmesinin emekçi sınıfların kurtuluşu, emekçi sınıfların kurtuluşunun felsefenin gerçekleşmesi diyalektiği zemininde kurulan ilişki hep geleceğin bir sorunu gibi algılanır ama bugünün sorunudur. Marx’ı geleceğe taşıyan dünden bugüne, yani Doğu Perinçek’in Teori’nin Marx sayısında belirttiği haliyle, “bilimin devrimler çağındaki büyük sıçraması ile emekçilerin büyük düşleri arasında…” gelişen çarpıcı değişimlerdir.

18. yüzyılda gelişen Aydınlanma ile dogmanın esaretinden kurtulan düşüncenin, 19. yüzyılda dünyayı değiştirecek paradigmalar önerdiği; bilimin sıçradığı, teknolojinin geliştiği, devrimlerin sanayi üretiminin önünü açtığı ve modern sınıfların kentlerde emek-sermaye temelinde yoğunlaştığı koşullarda ortaya çıkan Marksizm, kapitalist üretim ilişkilerinde egemen olan sınıf çelişmesinin özünü çözümleyerek kendisini dünden bugüne ve bu çözümlemeyi nihaî sonuca ulaştıracak gücü ve yöntemi tespit ederek de kendisini bugünden yarına taşımıştır.

2008 ekonomik krizinin ardından, “Marx’ın geri döndüğü” yargısı, özellikle Batı’da oldukça yaygın olarak paylaşılmıştı. Bu fikirlere göre Marx, “ideolojilerin öldüğü” bir siyasî iklimde geçmişte kalan bir hatıra idi; kriz o hatırayı hatırlatmıştı. Yakın zamanda, İngiltere Merkez Bankası başkanının “Marksizm yükselebilir” uyarısı, Marx’ı gelecekte arayanlara ve Marksizm’i sadece geleceğin bir “düşünce sistemi, öğretisi” sananlara (Marksizm pratiğin bilimidir) fikirlerini yeniden yaymak için fırsat sundu. Çünkü onların kafasındaki Marx, Robin Hood’tan daha ideal, Don Quijote’tan daha hayalciydi.

Oysa Marx’ın ekonomi politiği bugün dünyanın en büyük ikinci ekonomisini yönetiyor. Bilimden sanata, teknolojiden inovatif gelişmeye kadar birçok ideolojik alanda ilerlemeyi temsil ediyor. “Korkunun olmadığı evrensel bir güvenlik dünyası yaratmak”, “Yoksulluğun olmadığı ortak bir refah dünyası”, “içe kapanmanın olmadığı açık ve kapsayıcı bir dünya” ve “Canlı manzarası ve temiz sularıyla temiz ve güzel bir dünya” (Şi Cinping, “Daha İyi Bir Dünya İçin Birlikte Çalışmak”, çev. Işık Gün Akfırat, Teori, sayı: 336, Ocak 2018.) inşa etmek gibi insanlığın ortak özlemlerini dünya çapında temsil ediyor ve bu özlemlerin hayata geçmesinde en büyük sorumluluğu üstleniyor.

Marx geçmişti ve gelecekte değil. Marx bugün yaşıyor. Bugün yaşadığı için geçmişte bir anlam taşıyor ve geleceğe ışık tutuyor.