Neden yaşıyoruz bu kâbusu? -3

Önemle vurgulamalıyım ki; bizi ahlak, etik ve uygarlık olarak çok çok gerilere sürükleyen bir oluşumla karşı karşıyayız. Gün geçmiyor ki bir kadın eşi tarafından öldürülmesin veya tecavüze uğramasın, gün geçmiyor ki çocuk yaşında evlendirilen veya tecavüz edilen çocukların acı öyküleri manşetlerde yer almasın. Dolandırıcılık, kurallara saygısızlık, çalma, çırpma, rüşvet, görevi kötüye kullanma, yandaşı koruma, köşeyi dönme yaşantımızın bir parçası oldu.

Elbette yurdumuzu Ortaçağ karanlığına taşımak isteyen “paralel yapı” kabul edilemez. Ancak bu yeni değil ki; paralel yapılar Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hep vardı zaten. Bunların hamuru ve teknesi de tamamen bugünkünün aynıydı. Devrim Yasalarının gerektiğinde güç kullanılarak korunması ortadan kalkınca, bu paralel yapılar yıllarca toprak altında kalmış tohumlarından pıtrak gibi fışkırıverdi. Bugün olan biten, aynı ananın iki memesinden süt emenlerin güç ve iktidar kavgasıdır o kadar.

Bu paraleller her zaman, açık açık “Demokrasi bir araçtır, gerekli istasyona gelindiğinde inilir. Laik Cumhuriyet camileri kapattı, Ezanı, Kuranı yasakladı, onun için laiklik dinsizliktir “ demediler mi? Osmanlı’yı yere göğe sığdıramayıp, T.C. harflerini tüm milli kuruluşların levhalarından kaldırmadılar mı? Milli bayramların kutlanmasını türlü bahanelerle engellemediler mi? Atatürk Cumhuriyetini kullanım süresi dolmuş, köhnemiş bir rejim olarak sunup, tamamen yeni bir Türkiye Cumhuriyeti kurulması gerektiğini tekrar tekrar söylemediler mi? Halkın çoğunluğu da bunları söyleyenleri alkışlamadı mı?

Farkına varmalıyız ki; 1950’de siyasi olarak başlayan bu Orta Çağ’a dönüş süreci tamamlanmak üzeredir. Seksen yılı aşkın bunca çabalara rağmen, yurttaşların yaklaşık yarısı, aydınlık uygarlık ortamında yaşamayı ret etmekte, karanlığı istemektedir.

NE YAPMALI?

Peki, soralım “niye bu hale geldik?”. Bunun yanıtını şöyle verebiliriz:

ÅgSovyetler, dağıldıktan sonra büyük bir ekonomik ve sosyal çalkantının içine düştü. Ancak bu kriz dönemlerinde bile kişi başına kitap için yapılan harcama 65 dolardı. Türkiye’de ise yüzde biri, altmış beş sent civarı.”

Geçen haftalarda yazdıklarımla birlikte bütün bunlar yerli yerine konulunca, “puzzle” tamamlanmış oluyor. Ortaya çıkan resimde; elinde mikroskobu ya da teleskopu olan, Mozart dinleyen, dans eden, resim yapan, şarkı söyleyen birilerinin değil; önde malum kişilerin, arka planda ise başında takkesi, altında şalvarı olan garip sakallı adamların veya simsiyah çarşaflara bürünmüş zavallı kadınların siluetleri var. Bu Orta Çağ karanlığının resmidir!

Yazar Marcel Proust der ki; “gerçeği kavramak için en uygun, en güçlü araç akıldır,” ama biz bilinç dışı sezgicilikle ve ön yargılarımızla hareket edip, aklımızı kaybettik!

Filozof Kant der ki; “ahlak, her türlü çıkardan vazgeçmektir,” biz çıkarlarımızdan vazgeçemeyip, ahlakımızı da kaybettik!

Onun için acilen akıl ve ahlakı temsil eden, “yurttaş” ve “yoldaş” kimliğimize geri dönmeliyiz! Haydi, rastgele tüm yoldaşlara!