Neo faşistler AB’de iktidarı alacak sonra Türkiye’ye saldıracak

Avrupa’da 2.Dünya savaşı öncesinde Hitler ve Mussolini gibi faşist yönetimlerin medeniyetin beşiği denilen ülkelerde iktidara gelerek, peşlerinden milyonları nasıl sürükledikleri hala tartışılan bir konudur. Ancak 1940 öncesindeki Avrupa’yı incelediğimizde kıta ekonomisinin derin bir çöküntü içinde olduğunu görüyoruz. Faşistlerin iktidara geldikleri ülkelerde orta sınıf olarak tanımladığımız geniş halk kitleleri şiddetli bir enflasyon ve işsizlik altında ezilerek fakirleşmişti.

O zamanki siyasi aktörlerin de, siyasi ve ekonomik krizlerden çıkış adına etkin çözümler üretememesi, geniş halk kitlelerini kurtarıcı olarak gördükleri faşistlere yöneltmiştir. Faşistlerin iktidarı devraldıktan sonra kamusal harcamaları artırarak (alt yapı, savunma ve tarım teşvikleri) oluşturdukları geçici ekonomik düzelme ise orta ve alt gelir gruplarının bu yönetimlere desteğinin devamını doğurmuştur.

Ancak faşistler öz itibari ile devrime ya da yenilikçiliğe (kabaca ekonomide inovasyon fikri) dayanmadıkları için, bir noktadan sonra siyasi bahaneler üretip, zor kullanarak diğer ülkelerin ekonomik kaynaklarını ve yaşam alanlarını ele geçirmeye çalışmış, yani savaş çıkarmışlardır.

AVRUPADA NEO FAŞİZM YÜKSELİRKEN

Avrupa’da faşist adayların tekrar ortaya çıkmış olmasının altında yatan dinamikleri incelediğimizde, 1940 öncesindeki döneme benzer durumların olduğunu görüyoruz. Elbette Avrupa halklarının mevcut refah düzeyinin 1940 öncesi dönemlerden çok daha iyi olduğu tartışılmaz bir gerçek. Ancak Avrupalıların ulaştıkları yüksek refah seviyesinden özellikle son on yılda gerilemeye başlamaları ile neo faşistlerin aynı dönemde yükselmeye başlamaları sadece bir tesadüf olabilir mi?

Avrupa ülkeleri eskisi gibi ürettikleri mal ve hizmetleri dünyaya kolayca satamıyor. Çok çetin küresel bir rekabet ile karşı karşıya durumdalar. Karşılarında yıllık yüzde yedi gibi büyük bir büyüme hızına sahip Hindistan, yüzde altı gibi bir büyüme hızına sahip Çin gibi devler var. Oysa bu ülkeler zamanında Avrupa’nın ya sömürgesi ya da nüfuz alanında, Avrupa’ya geniş pazarlar olarak hizmet veren ülkelerdi. Bu noktada ABD ve Japonya’nın da büyük ekonomileri ile rekabetçi güçlerini unutmamak gerekir.

Avrupa’nın durumunu somutlaştırmak gerekirse son on yılda halkın geliri yerinde saymış hatta azalmıştır. Aşağıda soldaki grafikte ülke bazında geliri azalan halkın, nüfusun yüzde kaçına denk düştüğü gösterilmektedir. Sağdaki grafikte ise Avrupa’nın büyüme hızına yönelik tahmin yer almaktadır.

Avrupa için çok daha zor geçecek yıllar gelip çatmıştır. Zira Asya’nın yüksek kalitede eğitim alan genç ve artan nüfusu karşısında Avrupalıların küresel rekabette kaybedeceği pazar sayısı artacak, milli gelirleri düşecektir. Avrupa’da yönetime şu an için sadece aday olabilen faşistler, yıllar geçtikçe tek tek Avrupa başkentlerini alacaklardır.

TÜRKİYE YÜKSELEN NEO FAŞİZMDEN NASIL ETKİLENECEK?

Avrupa Birliği’ne üye olmak artık bir rüya bile değildir. Üye olamadığımız Avrupa gelecekte Türkiye için bir tehdit haline dönüşecektir. Tarihe baktığımızda 1071 yılından beri batı ile mücadele ve savaşlarla dolu bir geçmiş görüyoruz. Bunun sebebi ise karşı karşıya bulunan iki sistemin varlığını sürdürme genişleme isteğidir.

Avrupa’da neo faşistler işbaşı yaptıkça, dünya ticaretinde yaşadıkları kayıpları telafi etmek için, iyi kötü bir sanayi kurmuş Türkiye’yi tıpkı Osmanlı’nın son zamanları gibi üretim kapasitesinden yoksun bırakmak isteyeceklerdir. Bu uğurda Türkiye’ye tek taraflı ticari anlaşmalar dayatılmaya çalışılacaktır.

Diğer bir nokta enerji meselesidir. Türk toprakları enerji kaynaklarının dibindedir. Türkiye bir enerji koridorudur. Koridorun güvenliği ve kimin elinde olduğu Avrupa için hayati bir meseledir. Bununla beraber Türkiye’nin Ege ve Kıbrıs’la arasındaki Akdeniz’de zengin doğalgaz yatakları vardır. Ana karası içindeki madenler ise ayrı bir konudur.

Türk devleti yöneticileri ve halkı Abdülhamit siyaseti ile varlıklarını gelecekte sürdürebileceklerini düşünüyorlarsa derin bir yanılgıya düşmüşler demektir. Yani Avrupa’ya karşı Rusya, ya da Rusya’ya karşı ABD’den koruma göreceğini ummak hayalciliktir. Çevremizdeki devletler birçok konuda fikir ayrılığında olabilir ancak iş Türkiye’yi paylaşmak olursa hepsinin büyük bir uyum içinde çalıştığını tarih bize göstermiştir.

TÜRKİYE NE YAPMALI?

Türkiye hala Avrupa Birliği, Batı ve İslam Birliği rüyasını görmekte olan aydınlarını da uykudan uyandırarak derhal yeni bir dış politika belirlemelidir. Zira gelecekte dünya Asya, Avrupa ve ABD arasındaki çekişmeye sahne olacaktır. Bu çekişmede devlerin arasında tek başına bağlantısız kalmak, değirmen taşları arasındaki buğday misali ezilmeyi doğurur.

Çevremiz nükleer güçlerle dolmuştur. Hindistan ve Pakistan’ın da bu yaz Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olacağını düşünürsek, Asya blokunun İran ve Türkiye harici neredeyse şekillendiğini söyleyebiliriz. Nükleer bir İran’ın da ŞİÖ üyesi olacağı hesaba katılırsa Türkiye artık NATO gibi çoktan bitmiş bir ittifak ile asla güvenliğini sağlayamaz.

Türk yöneticileri kendi iç hesaplarını bırakıp derhal eğitim reformu ile gelecek kuşaklarını rekabete hazırlamalı ve ekonomisini dönüştürmelidir. Bu dönüşüm sürecini yaşarken dış politikada Asya’ya yakınlaşmalı ve özellikle Çin’i Türkiye’nin ŞİÖ’ye katacağı değerler konusunda ikna ederek, ŞİÖ’nün tam üyesi olmalıdır.

Türkiye Atlantik ve Avrupa tarafından istenmemektedir. Ancak Asya konusunda hala bir şansı vardır. Türkiye Anadolu topraklarında bekasını korumak istiyorsa ŞİÖ şemsiyesi altına girmelidir. Her ne kadar ticari olarak başlasa da ŞİÖ son şeklini bulduktan sonra askeri bir kimlik de kazanacaktır. Zira ŞİÖ ülkelerinin ticari çıkarları neticede korunmak zorunda kalacaktır.

2071 yılında da bu topraklarda olmak ve hatta Orta Asya’daki kandaşlarımızla beraber daha büyük bir devlet haline gelmek istiyorsak, zaman yüzümüzü doğuya dönme zamanıdır.