Niçin Türk filmlerini izlemiyoruz?-(TAMAMI)
Bu konuya daha önce de değinmiştik, ama 2012’nin ilk altı ayının verileri ortaya çıkınca bir kez daha üzerinde durma gereksinimi duyduk. Elbette ki kimseye Türk filmlerine gidiniz diye bir dayatmada bulunmamız söz konusu olmaz, hatta niye gitmiyorsunuz diye bir soru sorma lüksümüz de yok. Ama en azından; Türk filmlerine karşı, özellikle de genç seyircilerin biraz duyarlı olmalarını sağlamak ve bu konuda bir şeyler söylemek de bu coğrafyada sinema üstüne yazan bizlerin bir görevi olmalı. Ya da bunu da görevlerimizden biri olarak saymalıyız.
Herkesin rahatlıkla ulaşabileceği seyirci sayısı ile ilgili sayıları art arda dizerek bir tablo yapmak istemiyorum. Sanırım bunun gereği de yok. Filmler de, sayılar da ortada. Tablonun en kestirmeden okuma biçimi ise ne yazık ki pek iç açıcı değil.
2011-2012 sinema sezonunda çevrilen filmlerin sayısı 70’e yakın. Bu filmlerden 66’sının gişesi, dört filmin yarısına bile ulaşamıyor. Yani dört filmin gişesi, 66 filmin gişesinin neredeyse iki katı. Bu dört filmin dışında yüzbin seyirci barajını geçen filmlerin sayısı ise ancak iki-üç tane. Gerisinin tümü bu barajın altında. Bir çok film üç bin seyirciye bile ulaşamamış. Bin seyircinin altında kalan filmler bile azımsamayacak sayıda. Yani pek hoş olmayan, giderek geleceğe yönelik kimi sevimsiz beklentileri gündeme getirecek bir tablo.
Nicelik ile nitelik arasındaki bu çelişki ne var ki gişeye yansıdığı gibi ödüllere yansımıyor. Özellikle dış festivallerde ödül almayan filmimiz yok gibi. Yani ödül var, seyirci yok. Peki bu nasıl oluyor?
Sanıyorum sorunun da püf noktası burada. Türk sineması öteden beri yaratıcılık-estetik sorunlarla karşı karşıya kaldığında, çoğunlukla folklorik ögelerle desteklenen, uçlardaki sorunlara el atarak çizgi dışına taşmayı deniyor. Kimi zaman bunda başarı da sağlıyor ama ne yazık ki benzer konuların yoğunluğu, bu konulara öteden beri aşina olan yerli seyirciye biraz yavan, yabancı seyirciye ise eskisinden daha çok ilginç geliyor. İçerdeki seyircisizlikle, dışardaki ödül arasındaki paradoks da buradan kaynaklanıyor.
Diğer taraftan her Türk filminin neredeyse sekisinin, senaryodan kaynaklanan büyük bir sorunu var. Çoğu film, bir çırpıda, alel-acele yapılmış gibi bir izlenim veriyor. Bu sorunu biraz gidermiş olan örnekler ise çizgiyi aşıyor ama, ne yazık kalıcı ya da etkileyici olabilmenin üstesinden gelemiyor. Sanki eline her kamerayı alanın çektiği basitlik izlenimi bizlere yüklüyor.
Sanıyorum bu ve buna benzer sorunlar nedeniyle bir çok genç yönetmen kimi ödülleri kazanıyor ama, genç seyirciyi de ne yazık ki ıskalıyor. Bir yönetmen-yapımcı için elbette ki kazanılan her ödülün önemi çok, ama çok büyüktür. Ama seyirci de, gişe de önemlidir. Bizim söz ettiğimiz seyirci milyonlar ya da beşyüzbinler değil, çok dana azı, en azından filme yatırdıkları parayı geri almalarını sağlayıp, bir yeni film yapmalarına zemin hazırlayan yüz bin kişi filan.
Neredeyse bu kadar seyirciye bile hasret kaldık.
Acaba sorun gerçekten seyircide mi, yoksa on bin kişiyle sınırlı filmler yapan genç yönetmenlerde mi? Çünkü filmleri yapanlar da genç, izlemeyenler de?