Nisan!
Kış boyu zor ağaran sabahlar... Kış boyu üşüdüm hep. Ne derdi Uyar: “Üşümekti bütün yaşadığımız.” Ne ki artık bahar! Bugün nisan. Genelde ilk i’yi uzatıp yanlış okuruz nisanı, kısa oysa. Bahar, kısa... Akadlar nisannus, Süryaniler nisanna demiş, ilk meyveler demek. Orada mısın, duyuyor musun? Balkonda çiçekleri mevsime hazırlarken dudaklarındaki inceliğe güneş vuracak artık, ikindiyin saat beşte. Saat beşte akşam, derdi Lorca, “ak çarşaflar getirdi çocuk”... Beşte, “hazırdı bir sepet kireç”... Saat beşinde akşamın ya da akşamleyin saat beşte, çevir istediğin gibi. “Bir kalça, bir ıssız boynuz”, “kumru parsla savaşır şimdi”...
Bahar! Yazın tenhasında iki gölge. Geceler geçecek balkonda; ay, o eski telefon kulübelerinden kalma nikel jeton. İnsanı delirten o koku yine, atlar suya iniyor, çoban dönüyor seyrandan. Kokular, sesler uzaklardan. Ayrılacak mıyız, birleşecek miyiz bu bahar; ne olursak olalım, hep seninle iç içe...
Nisanın biri. Hâlâ karıştırıyorum hangi renk bahar ağacı hangi meyveyle yüklü; mor hangi, pembe kim, beyazlar badem mi? Bademlerden Say Beni derdi, Nazilerin elinden sağ kurtulan Paul Celan: “Say bademleri, / say acı olanı, uyanık tutanı say, / beni de onlara kat: / Gözünü arardım hep, gözünü açtığında, / sana kimselerin bakmadığı bir anda, / örerdim ya o saklı, o gizli ipliği ben...” Çok gençken, bir akşam vapurunda okuyup ağlamıştım bu şiiri. Güzellik karşısında ağlayan çocuk gönüllü bir yabancıyım ben. Altın suyuna batırılmış gibi duran berbat sarı gözlüğüm; şimdi asla giymeyeceğim, dirsekleri deri kaplı, insanı şair gösteren kırçıllı ceketim, aşkla sevdiğim arkadaşlarım vardı eskiden. Şimdi beyazlasa da o vakitler içinde kalem kaybedecek kadar kıvırcıktı saçlarım.
Bahar! Nisan, Latince aprilis. Apricare güneşte ısınmak. Bir çakıltaşı gibi ısınacak, “hızla gelişecek kalbimiz”... O sahneyi hatırla, Ettore Scola’nın unutulmaz filmi Una Giornata Particolare - Özel Bir Gün’ün teras sahnesi. Mussolini, İtalya’ya gelen Hitler’i karşılayacak, sokaklar boş; konu komşu törende... Sophie Loren terasta çamaşır asıyor. Apartmanda bir o bir de canım yakışıklılığıyla komşu Mastroianni kalmış. Terastaki çamaşırlar güneşte kuruyacak belki ama hava serin. Nisanı hatırlatan başka teras: Yavuz Turgul başyapıtı; Muhsin Bey. Şener Şen aşkı, o terasta, sadece bakışlarıyla nasıl da anlatır Sermin Hürmeriç’e. Sonra da evlendiler. Haksız değillerdi, insan öyle içinden tüm varlığını çıkarıp atarak bakarsa birine... Nasıldı Celan’ın şiiri: “Gözünü arardım hep, gözünü açtığında...”
Orhan Veli’yi de bu güzel havalar mahvetmiştir. Nisan, topraktan çıkarttığı için leylakları en zalim ay T.S. Eliot’a göre. Erguvanlar yakın Boğaz’da ufaktan. Tevfik Fikret ile Attilâ İlhan da yakındır birbirine, izleyecekler sonsuz mekânlarından... Mandalinaya güle güle... Kızım Nar, annen işteyken sana ara sıra hazırladığım “baba tabakları”nda mandalina zor artık... “Ve ben kızımı seviyordum ekmek kadar” derdi külden şair Metin Altıok. Dertlenme erik, çilek başlıyor; karpuz henüz bebe de olsa yolu yakın. Bir daha geri dönmemelerin, adaya gitmelerin, yeniden Ritsos şiirlerine, İlhan Şeşen harikalığı Sen Benim Şarkılarımsın’a dönmelerin mevsimi işte.
Hadi kalk da nisana gidelim. Herkes alacaklı; bense yeni şiirlerden, kitaplardan, aşktan başka şey beklemem ondan. Nisana gidip dönelim yeter. Geri kalan işleri, öyle çalışkanım ki hallederim. Umudu koru çünkü deli bahar kapıda. Ne derdi Uyar: “Bakarsın göneniriz gidip dönelim / Ben yılmam taş çekerim çamur kararım ben / Senin de gürül gürül saçların var nasıl olsa.”