Niye bunca yıl sessiz kalındı?

Kültür-Sanat sayfasında köşe yazmanın iki taraflı bir ilkesel tutumu vardır. Birisi iyi, diğeri ise kötü. İyi olanı; başta politika olmak üzere, kültür-sanatın dışında kalan çeşitli alanlarda güncelliğin peşine takılma gibi bir zorunluluğun olmamasıdır. Bu “zorunlu olmamak” her konuda bilgi ve birikiminizin eksik ya da yetersizliğinden değil de, o alanın uzman ya da meslek edinmişlerine nezaketsizlik yapmama, onların alanına girmeme inceliği ve meslek etiğinden dolayıdır...
Ama; sanatın-kültürün dışındaki kimi önemli olayların, sözünü ettiğimiz nedenler doğrultusundan dışında kalmak da her zaman hoşgörü sınırları içinde özümsenip, değer görmüyor. Kimi zaman eleştirinin nereye atıldığı bilinmeyen zehirli oklarının da hedefi olabiliyorsunuz. Örneğin, birileri, ülkenin onca önemli sorunu varken, sizden ne sinemamızdaki bir sorunun irdelenmesini ne de Pera’daki Markiz’in bugünkü konumu üzerine bir yazı yazmasını doğru bulmuyor...Haklı da olabilirler...Ama önemli konular üzerine yazı yazanlar o kadar çok ki...Ayrıca hepsi de bu konunun bilenleri, uzmanları, meslek edinmişleri...Sizin dışarıdan gazel okumanız neye yarar, yazılıp çizilenlerin üzerine ne ekler ki?
Elbette ki bundan, kültür-sanat adamlarının ülkenin ve de dünyanın önemli sorunlarından soyutlanmış olmalarını kastetmiyorum. Aksine onlarla haşir-neşir olmalarının sayısız yararlar getireceğine de inananlardanım. Her sanatçının, her kültür adamının bir dünya görüşü, ilkesi, ideolojisi, olmalıdır. Ama burada sözünü ettiğim kültür adamlığı ile sanatçılık değil, kültür-sanat sayfasında köşe yazarlığı yapmanın mesleki etiğidir. Eğer kültür-sanat sayfasının köşe yazarları da, kendisine emanet edilmiş köşenin yer aldığı sayfanın temsil ettiği alanının dışına çıkarlarsa, zaten bir çok yerde gerekliliğine bile inanılmayıp olmayan bu sayfanın temsil ettiği sorunları kim sahiplenip dile getirecek? Kim bu alanın önemli olaylarına tarih düşecek. Nasıl ki bizler, bir politika yazarından sinemamızın sorunları üzerine kafa yorup bir inceleme yazmasını talep edemiyorsak -oysaki yazsa ne güzel olur değil mi?- okurun da bizlerden kendi alanımızı bırakıp onca uzmanı varken, siyasal iktidarın Orta-Doğu politikası üzerine bir yazı yazmamızı istemesi, bırakın meslek etiğini bir yana, biraz da garip kaçmaz mı?
Böylesine uzun bir giriş yapmam elbette ki boşuna değil. Esas söylemek istediğim, son günlerin en çok merak edilen konusu olan Adnan Hoca üzerine, çizginin dışın taşarak bir şeyler söyleme isteğim.
Yazılı ve görsel medyada bu konuyu yakından izliyorum. Özellikle de TV’deki bilinen haber programlarını. Bugüne kadar bilinen kanallardaki bilinen haber programlarında tüm programları yönetenlerin ıstırap çektiği tek şey “NİYE BUNCA ZAMANDIR BU KONU HAKKINDA SESSİZ KALINDI” sorusuna ne yapıp, ne ettiyseler hiç kimseden somut bir yanıt alamamalarıdır. TV’deki haber programlarını yönetenler, çırpındılar, defalarca yinelediler, ısrar ve inat edip üzerinde durdular, geçiştirenleri ikaz edip, bir daha, bir daha sordular, ama bu basit gibiymiş görünen sorunun yanıtını inanın hiç kimseden alamadılar.
Bu soruya muhatap olanlar, bu sorunun dışında nelere yanıt vermediler ki? İslam ve tarikatların tarihinden, Mevlana’nın yaşam öyküsüne, İbn-ül Haytam’dan, tasavvufa, aidiyet sorunundan , parçalanmış ailelere, geçmişin devşirilemeyen geleneklerinden akla geldik gelmedik her bir şeye... ama yalnızca bu soruya yanıt vermediler, veremediler...
Gerçeğin ve nedenlerinin; bu denli yoğun, karmaşık ve de çeşitlilik gösterip bizler tarafından asla anlaşılmadığı bir ortamda, bundan böyle kim, Adnan Hoca’ya çocuğunu, Çiftlik Bank’a parasını kaptırmayacağını garanti edebilir ki......
Bu ve buna benzer olayları bir kez daha yaşanmaması için mutlaka ama mutlaka, çekinmeden, korkmadan, “ben söylemiştim” gibisinden cılız, yetersiz ve de etkisiz mazeretlerinin ardına gizlenmeden “NİYE BUNCA YIL SESSİZ KALINDI “ ya da daha geniş anlamda “NİYE BUNCA YIL SESSİZ KALDIK” ın yanıtını bulmak zorundayız. “Başa gelen felaketlerden hep bir başkalarını yada kimi tarihsel süreçleri sorumlu tutarak bu tür olayları çözüme ulaştırmamızın mümkün olmayacağını, yaşadığımız onca badirelerden sonra hala anlayamadık mı?
Sanırım, birileri, sahipsiz yaşayamamanın onursuzluğunu içlerinden söküp atamadıkları sürece, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da benzer olayları yaşamaya devam edeceğiz...