Nuri Bilge Ceylan’ın hırkası (TAMAMI)

Yıllardır SİYAD’ın (Sinema Yazarları Derneği) ödülleri, sonuçlarından daha çok, magazinsel yanları öne çıkartılarak yazılı ve görsel medyada yer alıyor. Bunu doğal bir yaklaşım olarak algılamak elbette ki mümkün değildir ve olamaz da. Ama birileri sanki bunu gelenekselleştirmek isteyerek, her yıl benzer tepkileri dile getirip, ödüllerden çok kendilerinden söz edilmesini öne çıkarıyor. Bu tavır, SİYAD’ın törenlerini eleştirenler kadar, SİYAD’tan yana tavır koyanlar için de geçerli. Her iki taraf da kendilerine özgü bir neden bulup, eleştiri- saldırı ya da savunma- yanıt verme gereğini duyarlarken, aslında kendi piyarlarını yapıyorlar ve bunda da başarı sağlıyorlar. Hele hele birileri var ki, onlar neredeyse SİYAD ödüllerinin ardındaki tartışmalarıyla bir başka geleneğe imza atmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Biri “vuruyor”, öbürü ise “Vur ama dinle” diyor. Aslında vuran da dinle diye yazan da, bu tür etkinliğin oluşturduğu piyardan daha fazla pay almak için birbirleriyle yarışıyorlar. Birinin rolü “yıkıcı ve kırıcı” olarak tepkileri üzerine çekmek, diğerininki ise “sahiplenici ve kurtarıcı” olarak, duayen olduğunun altını bir kez daha kendi kendine çizip dosta-düşmana duyurmaktır. Her sinema etkinliğinde bu ve buna benzer kişilerin öne çıkarak bu tür eylemlere girişmesi, SİYAD’ın sözü edilen etkinliğinden daha çok, kendilerinin bu konuda tek söz sahibi olduklarını kanıtlamaktır. Bu hengame içinde SİYAD ödül töreni ile sonuçlarının ise güme gittiğini söylemeye gerek yok sanırım.

Bu yılki SİYAD ödül törenine ise ne yazık ki Nuri Bilge Ceylan’ın o ünlü hırkası ağırlığını koydu ve törenden-sonuçlardan çok kendisinden söz ettirerek ufak çaplı da olsa bir tartışma ortamı yarattı. Törene “bu hırkayla gelinir mi” gibisinden, “peştamalla da gelse ne yazar”a kadar herkes bir şeyler söyledi. Söylenenler arasında yanlışlar kadar doğrular da vardı.

Kiminin nereye, nasıl giyinip gitmesi bugüne dek pek umurumda olmadı. Ama kimi saygın ve büyük etkinliklerde, sahnede eli cebinde dolaşanlardan, plaj kıyafetlerine dek kıyafetin her bir çeşidini giyenleri gördüm. Doğrusunu söylemek gerekirse bunlar pek hoş olmuyor. Sahne görüntüsü açısından değil de, o etkinliğe saygısızlıktan ötürü.

“Sanatçıların ortaya koydukları yapıtlar kadar, davranış biçimleriyle de topluma örnek olmaları” gibisinden, küf kokan, bilinen yargıları ve deyişleri yineleyecek değilim. Sonuçta bu o sanatçıların sorunudur. Ama bir noktaya gelindiğinde, “bu da sanatçıların sorunudur” deyip geçemeyiz. Bir kişinin- hem de o törende, yapıtıyla bir çok ödül kazanan tanınmış bir yönetmenin- bu tür bir giysiyle sahneye çıkmasını yadırgamadım diyemem. Yadırgama nedenim; üzerine giydiği hırkadan değil, kendi çalışma-üretme alanının en saygın bir kuruluşu olan SİYAD’ın törenine karşı gösterdiği özensizlikten, ciddiye almamasından, saygı duyma gereği duymamasından kaynaklanıyor. Saygı duymuyorsan, ödül törenine gelmezsin, gelirsen de o gecenin ritüeline saygı gösterirsin, ya da saygı göstermek gereğini duyarsın. Ama bizde işler böyle olmuyor, bir yerlere gelenler, bir bakıyorsunuz, her bir şeye üstten bakma nezaketsizliğini kendilerine verilmiş bir hak olarak algılama yanlışlığına düşüyor. Garip ve acı olan bu.

Şimdi bir de şöyle düşünelim: Aynı kişi -yani Nuri Bilge Ceylan- bir Cannes, bir Berlin, bir Venedik Film Festivali’nde o kıyafetle sahneye çıkabilir, ya da çıkartılabilir mi? Ya da niye orada smokinli, burada hırkalı da diyebiliriz. Bir SİYAD ödülü, bir Antalya Altın Portakal, bir Altın Lale, ya da Yeşilçam Ödülleri de bizim Oscar’ımız, bizim Cannes’ımız sayılamaz mı? Eğer, o sanatçının, bu tür bir giysiyle sahneye çıkma alışkanlığı varsa- ki bu da çok doğaldır- ya hepsinde hırkasını giyip çıkması, ya da hiç birinde giymemesi gerekmez mi?

Geçen yıl Ankara Film Festivali’nde Aziz Nesin Emek Ödülü’nü alan Türk sinemasının yaşayan efsanesi Sezer Sezin, “ben sahneye salondan değil, kulisten çıkmak istiyorum” diye diretti. Nedenini sorduğum zaman ise, “ Ödül almak için sahneye, asla seyirciye arkamı dönerek çıkmam, onun için kulisi tercih ediyorum” dedi.

Bu tür davranışlar, çok ama çok eskilerde kalmış, unuttuğumuz, önemsemediğimiz, bizlere demode gelen değerler olabilir. Ama, öyle de olsa, kendisini o yerlere getirenlere, bir teşekkür, bir saygı, hoş bir jest olarak da algılanamaz mı?

Bu tür olmasa da, daha ufak bir jesti; törenlerimizin saygınlığına denk düşen bir kıyafetle, saygı duyduğumuz bir yönetmen olan Nuri Bilge Ceylan’dan beklemek de, çeşitli nedenlerle verdiğimiz birçok ödül töreninin hakkı değil mi?