O şimdi ölü bir ozan
1989'un bir kış gecesi, Galatasaray yatakhanesindeki demir dolaplardan birinin üzerinde bir çocuk duruyordu.
Adeta tünemişti oraya. Siyah eşofmanları vardı, ayakları çıplaktı. Ayışığında kocaman ve garip bir kuşa benziyordu. Uyuyan arkadaşlarına hiç bakmadığı bir açıdan bakıyordu.
Yaptığını biraz komik buluyordu. Ama her günkü hayatını farklı bir yerden izlemenin tadını çıkarmaktaydı.
Bugüne kadar kimseye söylemediği bu işi ona yaptıran, birkaç saat önce Emek Sineması'nda izlediği filmdi.
Filmdeki edebiyat öğretmeni öğrencileri masasının üzerine çıkarmış, sınıfa hiç bakmadıkları bir açıdan bakmaya zorlamıştı.
Sanki "Hayat işte böyledir" demişti. "Bakış açınızı değiştirirseniz birden yepyeni bir yer olur."
Düşünüyorum da, Robin Williams'ın canlandırdığı o öğretmen, ilk edebiyat öğretmenimmiş. Hatta onu aklımda efsane Türkçe öğretmenimiz Öncel Tunçay ile karşılaştırmışım.
Keating de Öncel Hoca gibiydi. Sevmiyordu hayatı ve sanatı klişelerin içine tıkıştırmayı.
İkisi de edebiyatın maydanozlu laflar etmenin çok ötesinde bir şey olduğu konusunda hemfikirdiler.
Öncel Hoca'nın Nâzım sevgisi gibi, Keating de Whitman'ın şiirine hayrandı. "Hey reis, koca reis!"
"Boş verin size söylenenlere!" diyordu filmdeki öğrencilere ve bize. "Sözcükler ve fikirler hayatı değiştirebilir!"
80 kuşağı çocukları için bu sözler çok önemliydi. Dünyanın "değiştirilebilir" bir şey olduğunu çoğumuz ilk kez duyuyorduk.
Şiirin "güzel söz söyleme sanatı" falan değil, kozmik bir algılayış ve ifade ediş biçimi olduğu dank ediyordu kafamıza. Bu yüzden "Ölü Ozanlar Derneği" bizim kuşağımız üzerinde derin izler bıraktı.
Tabii "bizim kuşak" derken okumaya-yazmaya az buçuk meraklı olanlardan bahsediyorum.
Pazar günü oy kullanan akranlarımızın çoğu pekâlâ böyle bir filmin varlığından habersiz ya da hatırlamıyor olabilir.
Hatırlayanlar, Robin Williams'ın ani ölümüne herhalde bir başka üzüldü. Sanki edebiyat hocamız John Keating'i yitirdik.
Eminim gökyüzündeki dernekte onu karşılamıştır ölü ozanlar. Whitman'dan Cansever'e, Oktay Rifat'tan Baudelaire'e, Füruğ'dan Ungaretti'ye...
Yatakhanedeki demir dolabın üzerine tünemiş çocuksa hâlâ orada duruyor. Uzay-zamanın jeodezik çizgilerinde, hareketsiz.
Hem dün kadar yakın hem de artık uzanamayacağım kadar uzak.
Kulak verirsek, mırıldandığını duyarız belki. "Oy reis, koca reis. Alnımızın akıyla döndük seferden. Savuşturup onca bela, onca fırtınayı, sonunda muradına erdin."