Ocak Tanrısı
Her yeni yıl, tertemiz sayfalar; kim bilir neler yazılacak bu yeni deftere, kimler karalayacak satırları, kimlerin şiirleri not düşülecek? Yıl kelimesi de tuhaf sesler, imgeler, renklerle dolu düşün. Hayvancı Türk toplumlarında at ve koyun sürülerine yılkı derler, bilirsin. Abbas Sayar’ın harika kitabı, Yılkı Atı! Sıkıcı romanlarına “kurmaca” adı takmış, boğuntulu, rakı sarımsak kokulu Türkçe edebiyat takımı tümden birleşse o saflıkta yazamaz. Sözü öyle evirip çevirmeden, babayani, oldu bittiye getirmeden, pırıl pırıl söyler ki Sayar, şaşarsın. Bu yılkı kelimesi de yıldan gelir işte. Yılsığ da servet demektir. Çünkü yıl sonunda doğan hayvan da bahara yavru, ürün, servet getirecektir.
31 Aralık 2018 günü, birtakım sakallı adamlar sokaklarda dolaşıp Noel belledikleri yılbaşı Müslüman’ın neyine gibisinden, kıymıklı seslerle bildiri dağıtsa da bu kutlama işinin kökeni bizde oldukça eski. Resmi açıdan bakınca da az değil, 1829’a dek gider. Osmanlı’nın İngiltere elçisi, Haliç’te bir gemide verdiği yılbaşı kutlamasına çeşitli kademelerden devlet adamlarını davet edince iş resmileşir, sonra yayılır. Ahmet Rasim ustamızın anılarında böylesi Peralı yılbaşı akşamları gayet güzel anlatılır.
Noel, Latince natalis’ten gelir, doğum demek; Müslümanın neyinedir, bir şeyine midir bilemem. Herkes Müslüman olmak zorunda da değildir. Noel de 31 Aralık akşamı kutlanmaz zaten. En meşhur Noel (yani İsa’nın doğum günü), 25 Aralık’tadır. Fakat hoşuma giden bir Noel de bugündür; İsa’nın doğumundan on iki gün sonra, 6 Ocak’ta. (On ikiyi yazacağım, ne sayıdır ama!) Epifani derler 6 Ocak’a. Epiphanie, Yunanca, ortaya çıkma, görünme demek, bir tür aydınlanma. Ortodokslar, İsa peygamberin Ürdün Nehri’nde vaftiz edilmesini anlıyor bu günden, adına da Theofania diyorlar. Biliyorsun, buz gibi soğukta denize atlayıp haç çıkarırlar, ilginç törendir. Katolik ve protestocu Protestanlara da bu bayramı doğudan gelen üç müneccim kralın, bebek İsa’yı ziyaret etmesine bağlar.
Üç kral, eski Yakındoğu’da gelişmiş astronomi - astrolojinin etkileri üzerinden yorumlanabilir. Bu üçü, hem Sümer hem de Mısır astronomisinde bilinen, Orion takımyıldızının kemerini oluşturan üç büyük yıldız aslında: Alnilam, Alnitak ve Mintaka. Bu üç büyük yıldız, sonraları Yunan ve Roma kültürlerinde Orion’un Kemeri veya Üç Kral olarak anılır. Daha önce burada yazdığım, Mısır’daki üç baba piramidin uçları da bu yıldızlara bakar. Bana yıldızlardan bahset ey okur, o kayıp gemicilerden, henüz kurumamış haritalardan, durmadan yanan kandillerden, yorulmak bilmeyen sonsuz denizden bahset.
Herkes kendince bir şey anlar dinden. Katolikler, 6 Ocak’ta kabul edilen Epifani’yi, 25 Aralık’taki Noel’e uydurabilmek için ara zamanı İsa’nın doğum dönemi gibi düşünüp kutlar sonraları; kutlu doğum haftası gibi. Aslında bu on iki günlük süreç de Paganların, on iki günlük kış gündönümü bayramından gelir. Tüm dinler benzer birbirine, takipçilerini yitirene mitoloji denir. Ben en gerideki müthiş bilgiyi severim. Yıl ve yılkı dedim ya, oradaki vahşi bilgiyi.
Ocak, yılın ilk ayı. Ev anlamına da gelir, severim. Bir şey pişirmeye yarayan düzenek; ateşle ilgili. Niye, çünkü eski Türkçe od ateştir, odak (yazmıştım hatırla) üzerinden ocak olur. Çünkü ev, bir şey pişince evdir, mutfak penceresine yemek buğusu vursa gerektir. Ocak deyince, ülkü ocağı var, hiç gitmedim. Halk zemheri der, Rumi takvimde kanunisani; Latin arkadaşlar undecim der, on birinci demek; un, birdir, one’a dönüşür. Ocak İngilizce January: Roma inancında evlerin kapısını bekleyen tanrının adıdır Ianus. İanua, kapı. Ianuarius giriş gibi; oradan January olur. Bu Ianus, ikiyüzlüdür (kötü anlamda demiyorum, iki başlıdır adam), bir yüzü geçmişe, diğeri geleceğe bakar. Çünkü geçmişe bakmayan geleceği anlayamaz.
Tarikat mekânlarına ocak denir. Sonra Türk Ocağı var Beyazıt’ta, kahvesini severim. Tabii bir Çorlulu Ali Paşa’da kahve daha kraldır; hem de üç kral falan değil, tek başına kral... Gider misin arada, nargile falan? Öyledir ki kahvesi, içtikçe içersin, güzelim köpük hep üsttedir. Üstelik burada hesap getirmez garsonlar. Eski bilgi, unuttuğumuz; dürüstlük esastır. Kapıya yanaşır, yediğini içtiğini “yalansız” söylersin. Orada, nargilelerin yanında, yosunlu mezar taşlarının önünde, közlerin kırmızısında bekleyen matematik profesörü, her şeyi anında hesaplar, hayırlı işler demeden gitme yalnız, bozuk atar.
Cevher çıkarılan yerlere de ocak derler. Çok canı yanan için ocağı söndü denir; canı yanan sağlık ocağına gider. Anadolu’da hastaneye halen sağlık ocağı diyenler var, ne güzel. İncir ağacının kökleri yayılmayı sever, güçlü olduğu için önüne çıkanı sürüyüp çatlatır, bir evin yakınında incir varsa kapıdaki İanus ne etsin, temelinden götürür; bu yüzden eskiler, birinin hali beterse ocağına incir ağacı dikerler, böyle bir “deyim” bulmuşlar, güzel. Kültür, “deyiş”; sanat demek isteyiştir.
Ocağın en güzel yanı da kimi cumartesi günleri, kar ayazından önce, günün son saatlerindeki hafif turuncu kış ışığıdır... O ışıkta ısınıyorum bahara kadar! Benim gibi kış sevmezler, siz de dayanın!
Not: 9 Ocak akşamı, Kadıköy’de Flaubert anlatacağım, bilgi için info@akademinar.org