Ödüllü filmler mezarlığı...

Filmler mi, jüriler mi, yoksa festivaller mi tuhaflaştı, bilemiyorum... Son yıllarda değil, aşağı-yukarı bir on-on beş yıldır A tipi ulusal festivallerimizde her zaman değilse bile çoğunlukla şaşırtıcı, hatta garip-belki de ilkesizliğin, kuralsızlığın egemen olduğu bir cesaretle- tanımlayabileceğimiz sonuçlar/kararlar alınıyor. Ve işin daha garibi bu kararlar, bir kaç sinema yazarının dışında, sanki hiç verilmemiş, olmamış, gerçekleşmemişçesine yine aynı gariplikteki anlaşılmaz bir suskunlukla kabul görüyor. Başlarda eş/dost kayırmaları ve de güdümlü olarak tanımlanacak jürilerin tek tük verdikleri bu “garip (!) kararlar”, son on yıldır artık tek tük’lükten sıyrılarak neredeyse kimi ulusal festivallerin bir geleneği oldu.

Birilerini rencide etmemek için ne festival, ne jüri, ne de ödül kazanmış filmlerin adlarını sıralayacağım. Sonuçta sinemaya şu veya bu şekilde bulaşmış, gedikli festival izleyicileri bunları çok iyi bilirler. Adeta kimi jüriler-ya da bu jürilerde yer alan kimi kişiler- için şaşırtıcı kararlara imza atmak, içinde bulundukları festivalin saygınlığından daha büyük anlamlar içeriyor. Ya da jürilerde yer alan kimi kişiler, yalnızca festivalin ilke ve kurallarını değiştirecek denli kendilerini yetkin sayma yanılgısını değil, onun da ötesinde, ulusal sinemanın genleriyle oynama gibi bir lükse de sahip olabileceklerini sanıyorlar...

Ama daha da kötüsü var: O da, bu ve buna benzeyen kişilere bu hakkı verenler... Zaten sorun da burada başlıyor...

Çok önceleri köklü bir ulusal festivalimizde; birinci, ikinci ve de üçüncü en iyi filmler seçilir, en iyi yönetmen ödülü ise bu üçe giren filmlerden hiç birine verilmezdi. Ya da bir film başta en iyi yönetmen ödülünün yanı sıra senaryo, görüntü, oyuncu ödüllerinin tümüne yakınını alır, ama nedense en iyi film ödülünü alamazdı. Çünkü o yıllar her yapımcı/sanatçıya mavi boncuk dağıtmak adettendi...

Günümüzde ise bunlar pek olmuyor ama daha garibi oluyor. Örneğin birkaç ay arayla yapılan ulusal festivallere aşağı yukarı aynı filmler başvuruyor, ve yarışacak filmler bunlar arasından seçiliyor. Ama bir büyük festivalin ön jürisinden geçemeyip yarışmaya dahil edilmeyen kimi filmler, bir ay sonra yapılacak bir diğer büyük festivalin yarışmasına girmekle kalmıyor, aynı zamanda bir değil, birkaç büyük ödül birden alıveriyor...

Sakın bu coğrafyada bunlar olur, demeyiniz... Hatta bir festivalin politik kaygılarla eleyip bir diğerinin onu ödüllendirdiği gibisinden de, hiç ama hiç düşünmeyin...Bunların hiç biri öyle değil. Keşke öyle olsaydı da, her bir festivalin kendine özgü bir ilkesi, tavrı -hadi çekinmeyelim bir kişiliği olabilseydi- ama öyle de değil... Tümüyle kişisel... Eş-dost kayırmasından, lobilere, bu filmlere katkıları olan jüri üyelerinin etik olmayan davranışlarından, festivallerin ödüllendirilmesini bir hesaplaşma alanı sayanlara dek bir sürü bir şey...

Jüriler... Bu jürileri seçenler... Ve ödüller... Ve sinema tarihimizin çöplüğüne atılan, gösterime girmeyen-ya da giremeyen- ya da girip de çok az izleyen bulan, anımsanmayan, bundan böyle de anımsanması pek mümkün olmayan, saman alevi örneği bir yanıp bir sönen, tek filmlik-hadi bilemediniz iki filmlik- yönetmenler, oyuncular, senaristler vs.

Şimdi neredesiniz?

Festivaller asla bir hesaplaşma alanı, çıkar ilişkilerin adil olmayan bir şekilde ödüllendirmeleri etkilediği bir paylaşım yeri ve hele hele bir rövanş alma tutkusuyla önceden belirlenmiş ilke ve kurallarının dilediğince değiştirme özgürlüğünün bağışlandığı yerler de değildir. Ve olmamalıdırlar.... Bu ilke ve kuralları değiştirenler kadar- ve hatta daha fazla- buna göz yumanlar da suçludur...

Yalnızca çöplüğe atılan kimi ödüllü filmler olmuyor. Festivali babasının malı gibi sayıp yönetenler de aynı çöplüğü gidiyor...

Sahi şimdi onlar da nerede?