Okuduklarım

Çok kitap yayımlanıyor; iyi, güvenilir edebiyat eleştirmenlerine şimdi daha çok gereksinme var, ama neredee! Artık eleştirmenler yayınevi memuru gibi çalışıyorlar. Bunu hiç saklamıyorlar da... Seçici kurul üyeleri yayınevi memuru gibi çalışıyorlar, bunu da saklamıyorlar. Ödül almış kitaplar bende hep düş kırıklığı yarattı. Son zamanlarda bir eleştirmenin önerisi üzerine alıp okuduğum tek bir kitap yok. Güvendiğim dostların önerdiği kitaplar daha çok ilgimi çekiyor. Girdiğim kitabevlerindeki işim, kitap seçmem uzun sürüyor. Benim gibi aynı sıkıntıları yaşayan okurlarıma birkaç kitap önermek istiyorum. Hasan İzzettin Dinamo unutulmaması gereken büyük bir yazar. Onun sekiz ciltlik Kutsal İsyan’ı, yedi ciltlik Kutsal Barış’ı bir zamanlar kitaplıklarımızda bulunan önemli yapıtlardı. Şu günlerde beni her seferinde şaşırtan çok satarlar yerine, okunacak yeni kitap bulamadığımda, eskilere dönüyorum. Hasan İzzettin Dinamo’nun Savaş ve Açları’nı (MAY Y. 1980) bir kez daha okudum. Savaşı, savaşın acılarını anlatan belki de en usta yazarlardan biridir Dinamo. 1914-1915 ylları... Cephelerin durmadan adam yuttuğu, tazecik gençleri alıp götürdüğü yıllar. Savaşta ölenlere, savaşanlara üstelik kimse kahraman gözüyle de bakmıyor. Dağda bir kurt öldürmek, yaylada ayıyla boğuşmak, cephede bir sürü düşman öldürmekten daha büyük bir kahramanlık sayılıyor. Temel Çavuş, adı üstünde askerliğini yapmış, yıllarca savaşmıştır, ama ileri yaşlarda bu kez Kafkasya cephesine alıp götürürler onu. Ardından daha çocuk yaşta oğlu Ali gider savaşa, ikisi de geri dönemez. Evin yetişkin iki erkeği şehit olunca, beş altı çocukla dul kalan Şakire’nin öyküsünü okurken burnunuzun direği sızlıyor. Açlık, yoksulluk, her türlü hastalık, tifüs, kuduz ve bütün bunların üstüne hastalıklardan da kötü insanlar çıkar karşısına. Küçücük çocuklar açlıktan ölüp gittikçe, artık çalmak bile dürüst insanlara çok doğal görünür. Sonunda Şakire kendisinin ne olacağını bilemese de, çocuklarını yetimler yurduna vererek onları açlıktan, hastalıklardan kurtarır. Kurtuluş gene devlettedir.
YARAYI HEM DEŞEN HEM DAĞLAYAN BİR NEŞTER Bu yaz zevkle okuduğum kitaplardan biri de 2010 Nobel Ödülü’nü kazanmış olan Perulu yazar Maria Vargas Llosa’nın Can Yayınları arasından çıkan romanı Ketum Kahraman. Nakliye işleriyle uğraşan Felicito’nun kapısına sıkıştırılan örümcek imzalı haraç mektubuyla başlayan roman, iç içe atılan düğümlerle, ilginç olaylarla gelişir. Sonunda kahramanımız felaketin, belanın uzaklarda değil, yakın çevresinde olduğunu anlar, yakın çevresine duyduğu bütün güveni yitirmesine karşın, yıllardır içini kemiren bir sırrı da ortaya çıkarmanın hazzını yaşar, rahatlar, hatta mutlu olur. Çok kolay okunan, sürükleyici, ilginç bir roman. Sözünü edeceğim bir diğer roman da gene İspanyolca yazan J. Jose Millas’ın kaleme aldığı Dünya ve Ben, bizde Hayykitap yayınları arasından çıktı. Millas’ın kendi yaşamöyküsü üzerine kurduğu romanı ben zevkle okudum. Millas yazarlığıyla yaşamı arasındaki bağları, ilgiyi anlatıyor. Yazar, atölyesinde bir şeyler icat etmeye çalışan bir babanın oğlu. Baba, yarayı hem deşen, hem dağlayan elektrikli bir neşter icat etmek ister. Yazmayı böyle bir neştere benzetiyor Millas, yarayı hem deşen hem dağlayan bir neşter gibidir yazarın kalemi. Çok çabuk, kolay okuduğum bir başka kitap Doğan Kitap yayını... Chris Greenhalgh’ın Ingrid Bergman’ı Baştan Çıkarmak... İnceliklerle dolu bir anlatım, çok başarılı, hoş gözlemler... Gerçek bir yaşamöyküsünü romana dönüştürmek kolay değil. Bu anlamda örnek bir roman diyebilirim. Derinliği, sıcaklığı olan, yer yer yürek burkan başarılı bir roman. twitter: @KemalAtes47