Okulda suç ve ceza: ‘Öğretmenler Odası’
85 milyonluk nüfusu içinde her beş kişiden birinin göçmen kökenli olduğu Almanya’da eğitim sisteminin bu gerçeği karşılamaya yeterli olmadığı sıkça dile getiriliyor. Uzmanlar, diploma almadan okulu terk eden öğrenci sayısının gittikçe arttığını ve bunlar içinde göçmen kökenlilerin ağırlıkta olduğunu belirterek, bu kesimdeki genç kız ve erkeklerin geleceklerinin risk altında bulunduğunu vurguluyor. Diğer başka verilerle birlikte ortaya çıkan tablo, tıpkı Türkiye gibi Almanya’da da eğitim eşitliğinin olmadığını, ciddi sorunlar yaşandığını net biçimde gösteriyor.
Bu yıl Almanya’nın yabancı film dalında Oscar adayı olan “Öğretmenler Odası” (Das Lehrerzimmer), ülkedeki eğitim sisteminin tam ortasına dalan, bir hırsızlık olayı çerçevesinde öğretmenlerin, öğrencilerin ve velilerin durumunu gözler önüne seren bir “sorgulama” filmi. Alman sinemasının Türk kökenli yönetmenlerinden İlker Çatak, filmde de bir unsur olarak kullanılan Rubik Küpü gibi, çözmeye çalıştıkça daha da karmaşıklaşan bir durumla baş başa bırakıyor seyirciyi ve basit bir “Hırsız kim?” sorusu etrafında yalnızca eğitim sisteminin değil, genel olarak Almanya’nın röntgenini çekiyor.
ÖĞRETMEN OLMAK NE ZORMUŞ!
Öykü akışının tam ortasında, kendisi de Alman değil Polonyalı, yani bir göçmen olan ortaokul öğretmeni Carla Nowak yer alıyor. Okul yönetimi hırsızlık vakasının üstüne giderken önce bir Türk öğrenciden şüpheleniliyor. Babasının “tam bir Türk gibi” davranarak “Hırsızlık yapsaydı bacaklarını kırardım!” dediği Ali ve sınıftaki diğer öğrenciler, öğretmenler ve idareciler tarafından sorguya çekilirken gizlice kaydedilmiş bir görüntü olayı bambaşka bir boyuta taşıyor. Oğlu okulda öğrenim gören Alman bir idari büro çalışanı olan Bayan Kuhn mercek altında bu kez. İdealist öğretmen Carla tüm iyi niyetiyle olayın aydınlanması için çaba gösterirken kaosun daha da büyümesine yol açıyor, eli ayağı birbirine dolanıyor ve işler iyice içinden çıkılmaz hal alıyor.
Baştan sona okul dekoru içinde geçen “Öğretmenler Odası”, deyim yerindeyse burunlarından kıl aldırmayan, özgürlük haklarını sonuna dek kullanan, zaman zaman saldırganlaşabilen, okul gazetesinde olayın üstüne giden zorlu öğrenci kalabalığı arasında kalan ve meslektaşlarıyla da sorunlar yaşayan Carla’nın çırpınışlarını anlatırken “Bu ortamda öğretmen olmak ne zormuş!” dedirtiyor seyirciye. Ama Johannes Dunker’le birlikte senaryoda da imzası bulunan İlker Çatak, kartlarını yalnızca öğretmenden yana açmıyor; öğrenciler de veliler de kendi açılarından haklılık taşıyorlar. Hatta her şey neredeyse ayan beyan ortadayken baş şüpheli bile kendi açısından masumiyet karinesinden faydalanıyor, oğlu Oskar tarafından korunma hakkını elde ediyor ve seyirciden belli bir sempati topluyor. Ucu açık, soru işaretlerini ortadan kaldırmayan final de cabası. Her şey bir “komedi”yle noktalanıyor.
UNUTULMAYACAK BİR ÖĞRETMEN
Temponun hiç düşmediği, senaryonun tıkır tıkır işlediği, başroldeki Leonie Benesch ve küçük öğrenci Oskar Kuhn rolündeki Leonard Stettnisch’in çok iyi oldukları “Öğretmenler Odası”, ortada ister bir suç söz konusu olsun ister etnik köken, “hüküm vermenin” ne gibi sonuçlara yol açabileceğini anlatan, iyi cinsten bir film. Carla Nowak karakteri, sinema tarihinde çok özel bir alan oluşturan “unutulmaz öğretmenler” arasındaki yerini alırken, okuldaki toplumsal yapının çöküşünün hızlanmasında oynadığı rolle, Alman toplumuna mesajlar yolluyor. Aynı zamanda da “cezanın” hiçbir işe yaramayabileceği üzerine bir film var karşımızda.
Sinemalarımızda bugün gösterime giren filmi, özellikle öğretmen sinemaseverlerin ayrı bir hassasiyetle izleyeceklerini söyleyebilirim.