Olimpiyatlar ve güreş -(TAMAMI)
Başka dillere sözcükler verdiğimiz tek spor dalıdır güreş, bu sporun diline baktığınızda, geleneğinin de bizde ne denli eski olduğunu anlarsınız. “Danabağı”, “bohçalamak” “sarma” gibi oyun adları başka dillere Türkçe’den geçmiştir. Bu sözcükler başka dillere bizden geçmiştir ama, Türk Dil Kurumu’nun sözlüklerinde bile çoğunu bulamazsınız. Aydınlarımızın ata sporuna gösterdiği ilgisizliği sözlüklerimizde de görürüz. Ben, “Bizim sözlüklerimiz tesadüfen bir araya gelmiş sözcükler topluluğudur,” dediğim zaman, abarttığımı sananlar olmuştur. Güreşe, “ata sporu” dememiz boşa değil, sözcükleri bizim her şeyden önce, en büyük kanıtı da bu. Yabancılar yalnız Türk güreşçilerinin bildikleri oyunlara, Türk antrenörlere değil, minderlerimizdeki Türkçeye de gereksinme duydular. Bohçalama’yı, danabağı’nı, sarma’yı bizden aldılar. Uzun yıllar olimpiyatlarda yalnız bu spor dalında başarı gösterdik, yakın zamanlara kadar yalnız güreşçilerimizin kazandığı madalyalarla gurur duyduk, yüzümüzü onlar güldürdüler. Kimi yıllar olimpiyatlardaki madalya sıralamasında altıncı, yedinci sıralara kadar güreş sayesinde yükseldik. Bunda elbette Cumhuriyet yönetimlerinin ve Yaşar Doğu, Celal Atik, Gazanfer Bilge, Nasuh Akar, Mersinli Ahmet gibi efsane isimlerin büyük payı var.
Güreşin olimpiyatlardan kaldırılacağı haberini okuyunca, gazetelerin spor sayfalarında sayısız yazı okuyacağımı, televizyonların spor programlarında tartışmalar izleyeceğimi sandım, öyle umdum. Dizilere kadar karışan devlet büyüklerinin bir şeyler söyleyeceğini bekledim. Geçmişte alınan madalyaların iade edilmek üzere ortaya çıkarılacağını düşündüm. Ne gezer, kimsenin umurunda bile değil. Eskiden aydınlarımız güreşi severdi, bölge birincilikleri bile basında yer bulurdu. 1950’li yıllarda sanırım ilk “kombine bilet” satışı da bu sporla duyuldu ülkemizde. Bu gün en başta basın ve sanki yöneticilerimiz de, bizi, özellikle de Cumhuriyet dönemini güçlü gösteren ne varsa yok edilsin istiyorlar. Hangi alanda olursa olsun, adımız duyulmasın, bilinmesin. Hele de dünyaya “Türk gibi kuvvetli,” dedirtmek gibi bir günahı var bu ata sporunun. Türk’e ait değerleri canlandırmanın, anımsatmanın sırası değil şimdi. Doğru, bu benim yaptığım da iş mi yani! Olimpiyatlar ve güreş konusunda okuyabildiğim tek yazı, Cumhuriyet’ten Özgen Acar’ın yazısı, ilk tepkiyi de o gösterdi sanırım. Güreş dünyada en eski spor dallarından biridir, insanoğlunun ilk elenseyi çektiği günler, belki de insanlık tarihi kadar eskiye gider. Güreşten neisterler, anlayamadım doğrusu? Spor malzemeleri satan büyük şirketlerce çok kârlı bulunmuyor sanırım, işin gerisinde bu güçler olmalı.
Yaşar Doğu ile Muzaffer Sarısözen ‘in yaptıkları işlerde ben öteden beri bir yakınlık, bir benzerlik görürdüm, çok iyi dost olduklarını sonradan öğrendim. Biri Anadolu’yu karış karış dolaşarak, düğünlerde türkü, türkücü buldu, öteki aynı yerlerde ve gene düğünlerde güreş izledi, güreşçi buldu. Farklı alanlarda gibi görünse de aynı kültürün var ettiği Anadolu’daki değerlerimizin yok olup gitmesini önlediler, gün ışığına çıkardılar. Bu iki değerli insanın, yalnız spor salonlarında ya da konserlerde değil, ailece de görüştüklerini onları tanıyanlardan işittim. Sarısözen’in Ankara Maltepe’deki evinde Yaşar Doğu küçük Memili’yi kocaman elleriyle havaya atıp tutarken, telaşlanan Neriman Hanım’a; “Korkma Neriman Hanım, aslan yavrusuna zarar vermez!” dermiş. Anadolu’dan güçlü delikanlıları Yaşar Doğu derler, Celal Atik eğitirdi. Köy enstitülerine gidemeyen köy çocukları için bir okul yarattılar. O aslanların emeğine saygısızlık etmeyelim, güreşin Olimpiyatlardan kaldırılma düşüncesi en çok bizim ülkemizde tepki görmeliydi; bu sessizliğimizle, ilgisizliğimizle Yaşar Doğuların, Celal Atiklerin kemiklerini bir kez daha sızlattık.
Okurlar belki bu spora olan ilgimi merak edeceklerdir, bu da ayrı bir yazı konusu. “Türk Gibi Kuvvetli” adını verdiğim kitabımın şu günlerde bitmek üzere olduğunu söylemek isterim şimdilik. Bu köşede her hafta değil de, iki haftada bir yazmam da, bu kitabı bir an önce bitirmek istediğimdendir.