Olivier Roy’nın ‘Kayıp Şark’ yolculuğu

Olivier Roy’yı okurken İslâm/Ortadoğu gerçeğiyle birlikte şu kavramlara da dönerim sıklıkla: Yaşanmışlık/tanıklık/tarih bilinci/kimlik.
Bu kez, kendisini bir söyleşi kitabının odağına yerleştiren Roy, bu kavramlara daha da açıklık getiriyor. Bir bakıma da kendi kişisel tarihinin içinden, sürüklendiği “kayıp şark” imgesinin bütün yüzlerinin de nasıl gördüğünü anlatıyor.
“Kayıp Şark”ın Peşinde’yi (*) hemen okumaya koyulunca, onun entelektüel kimliğinin tarihine dönerken; alanında uzman bir düşünür olarak onun ilgi ve yönelimlerini merak ederek yol aldığımı da söylemeliyim.
Jean-Louis Schlegel’in Roy ile yaptığı bu kapsamlı söyleşinin İslâm ve Müslüman dünyanın gerçeğine yeniden bakmamıza bir kapı araladığını belirtmem gerek.
Özellikle Roy ile Gilles Tepel’in Arap-Müslüman dünya, İslâm ve Ortadoğu için yazdıkları/tanıklıkları bize “yeni dünya düzeni”nde “Arap baharı”na uzanan sürecin kotlarını da vermektedir.
Küresel savaşa yönelen “yeni dünya”da ABD’nin hegemonyasının İslâm’ı nasıl bir yere taşıdığını da anlatmaktadır Roy ile Kepel.
Kepel’in “Allah’ın Batısında”, “Bir Şark Savaşı Güncesi”, “Fitne: İslâm’ın Merkezinde Savaş” kitaplarıyla Roy’nınkiler Ortadoğu’nun yeniden biçimlenmesinin de ipuçlarını vermektedir bize.
Olivier Roy’ın bu söyleşisi ayrıca birkaç açıdan önemli. Öncelikle gençlik yıllarında başlayan “Şark”a ilgi Roy’ı yeni diller öğrenmeye hem de coğrafyayı görmeye yöneltmiş.
1968’de Afganistan’a (Türkiye, İran üzerinden) vardığında 19 yaşındadır.
Bu ilgi, onu bilgilenmeye yöneltir. Onun bu yönelimi zamanla Asya/Şark/Ortadoğu/İslâm/Müslüman dünya üzerinde yazıp edeceklerinin öyküsünü de oluşturur.
Bu söyleşide adım adım bu öykünün nasıl evrilip geliştiğini okuruz. Öyle ki; Roy, bize tanıklıklarını anlatırken yeni düşüncelerle de buluşturur.
Roy kitabını, Türkçe basımı için hazırladığı “önsöz” de dile getirdiği şu düşünceler ile bize tanıtırken, hem de bizi bunlar üzerine düşünmeye çağırıyor.
“Kültür üzerine bir soru bu kitap. Önce, benim içinden geldiğim kültür üzerine. Ülkemdeki eski bir azınlık geleneğinden, yaşamış olduğu zulümlerin anılarıyla başlanan bir gelenekten çıkmış olan ben kimim? Kâh Katolik kâh Jakoben ama daima otoriter olan hâkim kültürle nasıl özdeşleşebilirim?
Ama bugün Fransız, Avrupa ya da Batı kültürü ne? Hangi değerlerden bahsediliyor? Bu değerler Hıristiyan mı, seküler mi, laik mi, ya da postmodern mi?”
Roy’ı okurken, ister istemez onun Türkiye’ye dönük gözlemleri de ilginizi çekiyor. Hatta şu analizi öylesine kayda değer ki; modernleşme sıkıntısı yaşayan bir toplumun postmodernleşme hevesini o şöyle yorumlar :
“Şark yoktu artık.
İşin paradoksal tarafı, Turgut Özal tarafından başlatılan ve AKP’nin yükselişiyle doruğuna varan bu modernleşmenin, Osmanlı geleneğine dönüş hatta dinden bahsetmenin şifresi olarak kullanılan düpedüz geleneğe dönüş adına yapılmış olmasıdır. Fakat dönüş yoktur, Atatürk kazanmıştır. Şark özlemi çeken ve bunu yeni bir kimlik haline getirmekle kalmayıp buradan yola çıkarak yeni bir dış politika bile üreten AKP’nin hâkimiyeti sırasında, Şark nihaî bir biçimde ölmüştür. Kayıp Şark’ın peşine düşen sadece ben değilim.”
Roy’ın öyküsü, yüzü biraz Şark’a dönük olan hepimizin öyküsüdür de. Özellikle Batı ile Doğu’yu anlamaya, buluşturmaya çalışanların. Hele de sekülerleşen bir dünyadan çıkıp gelenlerin...
Roy, “yol”u metaforik anlamda kullansa da; gerçeklik yanı yadsınamaz:
“Küreselleşme zamanı öldürdü; geçen zamanı, bir hikâye anlatmanın zamanını, olgunlaşma zamanını, aylaklık etme zamanını ve zamanın havasını içine çekme zamanını.”
Ve artık olmayan, yiten bir “yol”un yollarını anlatmaya yönelir Roy.
Gitmeyi seçen, yerinde görüp öğrenip zamanın ruhunu yakalamayı önceleyen bir entelektüel kimliğin “güncel tarih”e bakışı, bunu kayda geçme öyküsünü izleriz onun sözlerinden Paris’ten başlayıp Kâbil’e uzanan...Ve zamanla Asya’yı, Ortadoğu’yu yolculuklarına katan...
Bütün bunların arka planını var eden kendi kişisel öyküsü ise 1968’lerin Avrupası’nda biçimlenir. Öğrenmeye dönük çabasının ötesinde onu oluşturan entelektüel ortam, zamanla giderek yaşadığı tanıklıklar, yaşamının dönemeçleri kendini inşa etme sürecinin de anlatımı olarak bu söyleşide karşımıza çıkar.
Entelektüel bir yüzleşme de diyebiliriz onun yola düşme öyküsünün yeniden kurulup anlatılmasına.
Sömürgeciliğin ve din savaşlarının toplumları nerelere taşıdığının bir tanığıdır aynı zamanda Roy. Özellikle azgelişmiş, geri kalmış ülkelerdeki eşitsiz gelişmenin bugün nelere meydan verdiğinin de arka planını anlatır.
Yinelediğimiz, “tanık tanıklığının bir parçasıdır” söylemi, Roy vari bir entelektüelin vicdan duygusunun haritasını da bize göstermektedir. Merak, ilgi ötesi bir yolculuğun zamanla bir bakış, hatta bir meslek oluşturmada nasıl etkin/yönlendirici olabileceğinin de anlatımıdır karşımıza çıkan.
Günümüzde kendi ülkesini tanımaktan aciz birileri için kalkıp Doğu’yu anlamaya çalışmasına dönük de bir uyarı gibidir bu kitap.
Kendi yolculuğumun Doğu ile Batı kotlarına yeniden dönmek için bir ayna tutması açısından da önemsediğim bir kitap oldu “Kayıp Şark’ın Peşinde”.

(*) Kayıp Şark’ın Peşinde, Olivier Roy, Söyleşi: Jean-Louis Schlegel; Çev.: Haldun Bayrı, 2015, Metis Yay., 274 s.