Olmaz olsun böyle büyüme!

Seferberlik var, istihdam yok. Büyüme var, refah yok. Bize kalan dış açıklar ve biriken borçlar. Türkiye ekonomisini bu üç cümleyle özetlemek mümkün. Aksini iddia eden varsa beri gelsin.

"Sen de illa muhalefet edeceksin ya yüzde 11.1'lik rekor büyümeyi böyle küçümse bakalım" diyenlerinizi duyar gibiyim. Ancak gelin işin matematiğine biraz inelim.

Bu tür yüksek büyümeler söz konusu olduğunda öncesine sonrasına bir bakmak gerekir. TÜİK'in büyüme verilerine yönelik tartışmalar zaten sürüyor biz o kısmına girmeyip resmi veriler üzerinden konuşacağız. Öncelikle şunu unutmamak gerekir. Bu yılın üçüncü çeyreğinde yakalanan yüzde 11.1'lik büyüme geçen yıl aynı dönemde oluşan yüzde 0.8'lik daralmadan kaynaklı. Söz konusu dönemde FETÖ'nün hain darbe girişimi nedeniyle ekonomik aktivite sekteye uğramıştı. Hükümet'in aldığı proaktif kararlar sonrası ekonomi rayına girdi. Gelin bakın nasıl.

TEMPO DÜŞÜYOR!

Büyümenin seyri açısından daha sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için ben her zaman bir önceki çeyreğe bakmanın faydalı olduğunu düşünüyorum. Son bir yıla baktığımızda geçen yıl üçüncü çeyrekte mevsim ve takvim ektisinden arındırılmış büyümemiz yüzde 2.6 daralmıştı. Sonra bunun etkisiyle dördüncü çeyrekte yüzde 4.9 büyüdük. 2017'nin ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre büyümemiz yüzde 1.6, ikinci çeyrekte yüzde 2.2 ve yıldan yıla baz etkisiyle yüzde 11.1 büyüyerek rekor kırdığımız!, üçüncü çeyrekte ise yüzde 1.2'lik bir büyüme görüldü. Aslında ikinci çeyreğe göre büyümenin temposunda ciddi bir gerileme söz konusu ki bunu son çeyrekte çok daha net göreceğiz.

ÇOK AÇIK ANNECİM!

Türkiye dış finansmana bağımlı olduğundan ben hep bu büyümeler söz konusu olduğunda, Nazif Ekzen üstadımın kulakları çınlasın, cari açık ne olmuş diye bir bakarım. 2016'nın ikinci çeyreğinde ekonomi yıldan yıla yüzde 4.9 büyüdü. Bu dönemde 11.2 milyar dolar yani milli gelirin yüzde 5.17'si kadar cari açık verildi. 15 Temmuz'a denk gelen dönemde ise cari açık 5.5 milyar dolara geriledi. Yani yarı yarıya düştü. Ekonomi yıldan yıla yüzde 0.8 küçüldü. Milli gelir cari açık oranı yüzde 2.45'e indi. Yani büyüme 5.7 puan düşerken, cari açık da 2.97 puan azaldı.

Bu yıla geldiğimizde ikinci çeyrekte ekonomi yıldan yıla yüzde 5.4 büyürken, 12.9 milyar dolar cari açık verildi. Bu tutar milli gelirin yüzde 6.32'si demek. Gelelim yüzde 11.1 büyüdüğümüz üçüncü çeyreğe. Toplam 10.3 milyar dolar cari açık verildi. Milli gelirin yüzde 4.41'i kadar cari açık oluştu.

Bu sefer tam tersi bir durum söz konusu cari açık 1.91 puan gerileklen, büyüme 5.7 puan artmış. Baz etkisi nedeniyle gerçekçi bir korelasyonu yansıtmaktan uzak. İşte tam da bu nedenle çeyrekten çeyreğe mevsimsellikten arındırılmış büyüme verisinde görülen bir puanlık gerileme dış finansmandaki değişimle uyumlu. Nitekim birinci çeyreğe baktığımızda yüzde 5.3'lük yıllık büyümeye karşın çeyrekten çeyreğe büyüme yüzde 1.6 ve cari açık da yüzde 4.6 seviyesinde oluşmuş. Genel bir tablo oluşturması bakımından ülkenin net uluslararası yatırım pozisyonuna (döviz açığı) baktığımızda geçen yıl üçüncü çeyrek sonunda 396.6 milyar dolar olan açık bu yıl üçüncü çeyrek sonunda 440.6 milyar dolara çıktı. Son üç çeyrekler baz alındığında zicirleme hacim endeksine göre yüzde 7.3'lük bir büyüme göze çarpıyor. Döviz açığımızdaki artış ise yüzde 11'i aşmış durumda. Toplam brüt dış borca ilişkin üçüncü çeyrek verisi açıklanmadığından buraya almıyorum ancak yılbaşından bu yana 6 aylık dönemde yüzde 6.9'luk bir borç artışı göze çarpıyor.

BU NASIL SEFERBERLİK?

Şimdi gelelim işin istihdam boyutuna. Seyri anlamak açısından arındırılmış verilerle bakacağız. Geçen yılın dördüncü çeyreğinin başından (Ekim 2016) itibaren aldığımızda 1 milyon 240 bin kişilik istihdam artışı söz konusu. Böylece işsiz sayımız 200 bin azaldı. İşsizlik oranı da bir puan gerileyerek 11.7'den 10.7'ye indi. Hızlı büyüme işsizliği azalttı. Söz konusu dönemde özellikle son aylar itibarıyla istihdam edilenlerin yarısının kayıt dışı olduğundan hareket edersek aslında istihdam seferberliği adı altında başlatılan hikayenin ne derece gerçekten uzak olduğu anlaşılıyor. Bakın bunu istihdamı hafife almak için söylemiyorum ama yıldan yıla veriler (Eylül 2016-2017) dikkate alındığında 1.2 milyonluk istihdam artışının yaklaşık 500 bini kayıt dışı. Neden bunu belirtiyorum derseniz bir önceki dönemde istihdam yavaş da olsa artarken kayıt dışı azalıyordu ancak ne zaman biz seferberlik ilan ettik kayıt dışı da hızla arttı. O nedenle bu istihdam verileri bana pek iç açıcı gelmiyor. Nitekim geçen hafta TOBB'un düzenlediği ve Cumhurbaşkanı'nın da katıldığı törende açıklanan istihdam şampiyonları listesine bir bakın derim. Bundan bir ay önce konuştuğum büyük sermaye çevrelerinden bir iş insanı da zaten "İstihdam seferberliği pek tutmadı. Yakında yenisini açıklayacaklar" demişti. Her şeye rağmen Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın törende üretim vurgulu mesajları önemliydi.

EMEK SINIFI KAYBEDEN OLDU

Şimdi işin refah kısmına gelirsek. Onun için değerli gazeteci üstadımız Dünya Yazarı İsmet Özkul'dan alıntı yapacağım. Özkul "Yüksek hızlı büyüme kime yaradı?" başlıklı yazısında büyümenin ekmeğini hangi kesimin yediğini ele alarak yazısını şöyle sonlandırıyor: "Ücretli, yevmiyeli çalışan başına kar ve rant geliri reel olarak yüzde 4.5 artarken, çalışan başına ücret gelirlerinde yüzde 1.82’yi bulan bir reel düşüş olduğu görülüyor. Bu sonuçlar, yaşadığımız hızlı ekonomik büyümeden emek kesiminin payına bir şey düşmediğini ve gelir dağılımının daha da bozulduğunu gösteriyor."

Gazeteci, Yazar Celal Toprak ile hazırlayıp sunduğumuz ve her pazar 19.30-20.15'te Ulusal Kanal'da yayınlanan Gündem Ekonomi programında dün akşam, geçen hafta kaybettiğimiz İstanbul Ticaret Odası Başkanı İbrahim Çağlar'ı andık. Yoğun programına rağmen bizi kırmayarak yayına gelen İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Başkanı, İstanbul Sanayi Odası Meclis Başkan Yardımcısı İsmail Gülle, Çağlar ile anılarını anlattı. Yayının sonuna doğru büyümeyi de sormamak olmazdı. Gülle'ye "Büyümeden emekçi neden pay almadı?" diye sorduğumda hem işveren hem de işçi üzerindeki kamusal yüklerden söz etti. Türkiye katma değerli üretim yapamadığından yani yeni dünyada eski üretim tarzıyla eski dünyanın ürünlerini üretmeyi sürdürdüğünden sanayicisi de işçisi de dünyaya kıyasla zenginleşemiyor. İlaveten yayın sonrası Celal Toprak anımsattı. Merhum İbrahim Bodur ve onun anlayışındaki sanayiciler İSO'da yaptıkları birçok konuşmada "İşçinize hakkını verin. Yoksa bu ürünleri kime satacaksınız?" mealinden öğüt verirlermiş. 1980 sonrası Türkiye rotayı ihracata kırdı kırmasına ama rekabet edeceğiz diye yıllar yılı emek cephesinin refahtan aldığı pay azalıyor. Marksist iktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav Hocamız da geçen Cuma yayınlanan "Faizler: Finans kapitale yenik düşmek" başlıklı yazısında bu konuya satır aralarında dikkat çekti.

Özellikle yüzde 13 oranında bir enflasyonun söz konusu olduğu ülkemizde dar gelirli yurttaşların yani ağırlığını emekçilerin oluşturduğu geniş halk kitlelerinin fakirleştiği bir rekor ekonomik büyüme masalını, kimse kusura bakmasın ben yutmam!