Ömer Lütfi Akad’ın ardından-(TAMAMI)
Yeşilçam’ın dev çınarlarından birini daha uğurladık. Aslında Akad, çınardan da öte bir şeydi Türk sineması için. Belki de o çınar ağacının köklerinden biriydi. Bu köklerden dal budak salan her bir sinemacıda, dolaylı ya da dolaysız etkileri olduğunu kimse yadsıyamaz. Çünkü o –yıllarca önce yazdığım bir yazının ve kitabımın başlığı olan- ustasız bir ustaydı. Kimseyi örnek almadı, ama her dönem örnek alınan kişilerin başında ilk sırayı çekti. .
Amacım yitirdiğimiz büyük ustayı anlatmak değil. Bilen bilir zaten onu. Sessiz sedasız aramızdan ayrıldığında hemen herkes ardından bir şeyler söyleyip yazıp-çizdi. Hemen hemen her TV kanalı ile gazete benim yıllar önce onunla ilgili bir yazıma attığım “Ustasız usta” başlığını onunla örtüştürerek kullandı. Yıllar önce attığım bu başlığın onunla ne denli bütünleşip, onun sinemamızdaki yerini ne denli doğruladığını bir kez daha anladım.
Akad’ın ardından kimler konuşup, yazıp çizmedi ki… Çok satan büyük bir gazetenin çok okunan bir köşe yazarı onun sinemamızdaki yerini anlatıp, nice filmlere imzasını attığını yazarken Kuma filminden de söz etmiş. Oysa ki bilgisayarını açıp bir bakmış olsaydı bu filmin Akad’a ait olmadığını hemen görebilirdi. Olsun belki üzüntüsünden bunu fark etmemiş olabilir.
Ama Akad’ın ardından bir parti lideri konuştu ki, onu da üzüntü içinde değerlendirmek pek mümkün değil. Adını vermeyeceğim partinin lideri özel bir TV’de Akad’ın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirirken, Lütfi Akad’ın adı yerine devamlı olarak –tam üç kez- Halit Refiğ- dedi. Ne bu parti lideri yaptığı yanlışı düzeltti, ne de onunla söyleşi yapan kişi. Üstelik o lider Akad’ın filmlerini saymasına rağmen hep Halit Refiğ dedi. Oysa ki Refiğ’i 11 Ekim 2009 yılında yitirmiştik ve aradan onca zaman geçmesine karşılık parti lideri onun öldüğünü sanıp onula ilgili bir şeyler söylüyor, hatta iyi bir arkadaşı olduğundan söz ediyordu. Ama bir yandan da onun adı altında Lütfi Akad’ın filmlerini sayıp, onların ne denli önemli filmler olduğundan söz ediyordu. Bir süre böyle konuştuktan sonra, sonunda kendi hatasını düzeltti ama, iş işten geçmişti.
Bir diğer yazar ise Akad’ın Türk sinemasının kurucusu olduğunu yazıyordu. Oysa ki Akad ilk filmini Halide Edip Adıvar’ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarladığı Vurun Kahpeye ile 1949 yılında yaptı. Türk sinemasının kuruluşu ya da başlangıcı ise çok eskilere, 1911 yılındaki Manaki Kardeşler’in çektiği V.Mehmet’in “Rumeli Ziyareti”ne kadar gider. Dileyenler de bu ilki 1914’teki Fuat Uzkınay’ın çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesi”ne de dayandırabilir. Ondan sonra; Şadi Fikret Karagözler (Bican Efendi serisi), Ahmet Fehim Efendi (Mürebbiye ve Binnaz) Sedat Simavi (Pençe Casus) ve tabii bir döneme adını veren Muhsin Ertuğrul’un 17 yıllık tekeli ile ondan sonra gelen Geçiş Çağı yönetmenleri olan Faruk Kenç, Baha Gelenbevi, Turgut Demirağ, Şadan Kamil, Orhan Murat Arıburnu vs gibi bir çok yönetmen gelir. Tabi bu arada Ferdi Tayfur ile Nazım Hikmet Ran’ı da unutmamak gerekir. Akad ise 1950 yılında başlayan Sinemacılar döneminin ilk ve en önemli, bir bakıma Yeşilçam’ın kurucu yönetmenlerinden biridir.
Akad’ın ardından bunlar da yazıldı. Olsun, Akad’ı sevmekle, tanımak, ya da tanımış olmak başka şeyler. Bu tür yanlışlardan sonra Akad’ın bir sözünü anımsadım: “Türkiye’de herkes bir kendi işini, bir de sinemayı bilir” demişti. Ne kadar doğru bir söz.
Söz sinema olunca at atabildiğin kadar…