Önce hesap ver

Tayyip Erdoğan geçtiğimiz Salı günü Adıyaman mitinginde İsmet Paşa’ya gene çirkin şekilde saldırdı.

Bu saldırının sebebi, şuuraltı Cumhuriyete ve Cumhuriyeti kuranlara duyduğu kin ve nefret.

İsmet Paşa’nın geçmişinde verilemeyecek hiçbir hesabı olmadı.

O kadar olmadı ki, Uşak’ta Topkapı’da canına kastedenler dahi onu yolsuzlukla suçlayamadılar.

Ne onun, ne onun çocuklarının adları yolsuzluğa hiç bulaşmadı.

Hiç kimse, ne ona, ne onun çocuklarına avanta para verdiğini ağzına alamadı.

Ama senin oğlunun, yönetimindeki vakfa gelen para için “zekât mı, öbür türlü mü?” diye sorduğu anlaşılan ses bantları ortalarda dolaşıyor.

Nedir o “öbür türlü” olan, halka bir açıklasana Tayyip Bey.

O diktatör diye nitelediğin İsmet Paşa’nın Başbakanı Saracoğlu, Başbakan iken, Başkanı olduğu Fenerbahçe takımının maçına çocuklarını parasını verip bilet alarak sokan adamdır.

Sen eşine dostuna telefon edip, kızına yirmi, yirmi beş bin dolarcık göndermesini istemekte bir sakınca görmezken, O cumhurbaşkanı iken oğluna senin çocuklarına istediğin paranın onda birini gönderemeyeceğini yazıyordu.

Tabii senin ve senin yakınlarının havsalanız bunları almaz.

Ama senin bakanlarının çocuklarının evinden de para kasaları ile, para sayma makineleri çıkıyor.

Bakanlarının rüşvet aldığını gösterir telefon konuşmaları ortalara dökülüyor.

Tayyip Bey en basit tarih bilgisinden de yoksunsun ama sana bir tavsiye de bulunayım.

Sen İsmet Paşa’ya diktatör diyeceğine yat kalk ona dua et, senin duan kabul olur mu onu bilemem, o yüce Allahın bileceği iş.

Paşanın Cumhurbaşkanlığı Kasım 1938’de başlar.

1939-1945 arası Dünya, elli milyondan fazla insanın öldüğü, ikinci büyük savaşı yaşar.

Bu büyük faciada senin baban dahil, bu ülkenin çocuklarının hiçbirinin burnu bile kanamadı. Onun için de sen babanın oğlu olarak Dünya’ya gelebildin.

Savaş bitti, 1946’da ONUN isteğiyle çokpartili siyasi hayata geçildi.

1950’de senin muktedirliğin gibi değil, gerçek bir karizmatik liderken, arkasında savaş meydanlarının toz ve barut kokusu olan muzaffer bir komutan, Lozan’ın büyük diplomatı sıfatları varken, kendi hazırlattığı Seçim Kanunu’yla seçimleri kaybetti ve iktidarı büyük bir olgunlukla rakiplerine teslim etme erdemini gösterdi.

Yani senin bile bu ülkede Başbakan olmanın yolunu açtı.

O öldüğü gün, dünya basını onun ölümünü “Çağın yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından biri öldü” diye verdi.

Sen ölürsen bir gün, Allah gecinden versin, seni hatırlayan olur mu? Adını ağzına alan olur mu?

Bilmiyorum.

Allah gecinden versin diyorum, bunu önce insan olduğum ve fakat senin yansız ve bağımsız bir Yüce Divan’da yargılandığını görmek için istiyorum.

Ortaya dökülen telefon konuşmaları, onların tapelerinin elde ediliş şeklinin hukuk dışı olup olmaması başka şey, o yargılama sürecini ilgilendirir, ama sen evvelce, öyle işine geldiği için, yasadışı elde edildiği tartışmasız olan ses kayıtları için bile “nasıl elde edildiğine değil içeriğine bak” diyordun.

Onun için içeriği siyaseten tam bir utanç vesilesi ve her biri ayrı ayrı Yüce Divanlık suç olan iddiaların hesabını ver, yargıda aklan, ondan sonra CHP’nin geçmişine dil uzat.

Bu nasıl bir kuvvetler ayrılığı ki, bir işadamının yargı sürecine müdahale edilmesini isteyebiliyorsun.

Bu nasıl bir hukuk devleti ki, bir ihalenin hoşlanmadığın bir insana, bir gruba verilmemesi için bürokrasiye baskı yapabiliyorsun.

Yıl 1950, tek partiden çok partiye geçilmiş, CHP ve İsmet Paşa iktidardan gitmiş, Demokrat Parti gelmiş.

İngiliz Başbakanı Sir Winston Churchill, İsmet Paşa’ya şu mektubu gönderir:

“.......Bana öyle geliyor ki, tarih, general olarak kazandığınız zaferlerden başka, Türkiye Cumhuriyeti’ni İkinci Dünya Savaşı’nın vahim tehlikelerinden de sıyırıp geçirdiğinizi, aynı zamanda Mustafa Kemal tarafından sert mücadelelerle kurulmuş olan liberal ve gelişmiş hükümet sistemini nasıl koruduğunuzu hayranlıkla yazacaktır” diyor.

Burada sözü edilen, İsmet Paşa mı diktatör?

Hadi canım sen de!