Önceliklerini şaşıran memleket: Türkiye

Sokak köpekleri, Türkiye’mizin bin bir türlü problemleri arasında birinci sıraya oturtuldu ya, biz de kervana katılalım dedik. Ve daha geçen hafta, sokaklarında hiç sahipsiz köpeklerin bulunmadığı İspanya’nın Don Benito şehrindeki bir parkta, sahiplerine rağmen bizim paçamızı ısıran iki “sahipli köpekten” bahsedecektik. Tam o sırada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, sokak köpekleri kanunu görüşmesindeki “mahalle kavgası” görünümleri gözümüze takıldı.

Bunun üzerine, bir de Facebook’ta, sokaklardaki başıboş köpekleri desteklemeyi üzerine vazife almış olan birilerinin, zahmet edip, Kutsal Kitap Kuran-ı Kerim’den yaptığı aşağıdaki alıntıyı görünce, “sokak köpekleri” üzerine yazmayı düşündüğümüz yazıdan toptan vazgeçtik. Mesajı yazanın yalancısıyız ama, Kuran’ın En’am Süresi, 38. Ayette şöyle demekteymiş: “Gökte uçan kuşlarla, yerde yürüyen tüm hayvanlar, sizin gibi topluluklardır.”

KUTSAL KİTABI İŞİNİZE GELİNCE Mİ HATIRLARSINIZ?

Meclisteki mahalle kavgası ve bu alıntı, sokak köpeği konusunu bir kenara bırakıp, paçası yırtılan pantolonumuzu da bir terziye tamire götürmemize vesile oldu. Ve bu konudan tamamen vazgeçtik.
Onun yerine, sanki bir açık arttırmadaymışız gibi, tarihimizi bin, iki bin, beş bin ve hatta dokuz bin yıllara kadar götürenlerin inadına, bugün Türk kültürünü kasıp kavuran bir konuya işaret etmeyi daha uygun bulduk. Çünkü, sokak köpeklerine dair kanun ne olursa olsun, günün birinde sorun halledilecektir. İnsan psikolojisini hiçe sayan bu toplumun bir kesiminin, sürekli köpek psikolojisi edebiyatı yapması da aslında bu konuyla ilgilidir.

SOKAKTAKİ KÖPEK EVDEKİ NİNEDEN DAHA MI ÖNCELİKLİ?

91 yasındaki annemizin evde bakımı için, dört senedir yana yana Türk bir bakıcı aramaktaydık. Babamızın Toros dağlarındaki yörük köyüne haber saldık. Akrabalarımızdan bir sürü orta yaşlı, kocaları vefat etmiş yengelerimizin olduğu bu köyden, küçücük bir ilgi bile bulamadık. Annemizin Tarsus’un yakınlarındaki köyüne haber saldık. Toroslar ile Çukurova’daki kültürel çürümenin aynılığını ifade eder şekilde, oradan da cevap çıkmadı. Bakıcılık şirketleriyle olan araştırma muhabbetlerimiz de boşa çıkınca, düşünmeye başladık. Türkiye 85 milyonluk bir yer. Nüfusun yarısı kadın. İşsizlik oranı, en masum rakamlara göre yüzde 20. Özellikle de kadınlarımızın çoğu, bu işsiz sınıfında evlerinde oturmaktalar.

Gerçekten naif şekilde, neden oluyor da köylerinde, ya da şehirlerdeki evlerinde işsiz şekilde ömürlerini geçiren yüzbinlerce Türk kadını (ve erkeği), yaşlı ve hasta bakmayı bir iş olarak görmeyip, kendi ana ve babalarının neslini, böylesine günlerde yapayalnız ve yabancı ellerine bırakabiliyorlar? Ve üstelik, gelecek on ya da yirmi sene içinde, kendilerinin de aynı kategoriye girip, el eline bakacaklarını neden düşünemiyorlar?

Özellikle de o sürekli gurur duyduğumuz Türk milli geleneklerinde “ataya saygı” türünden Türk karakterinden geriye hiçbir şey kalmaması gerçeği, neden oluyor da “sokak köpekleri” konusu kadar bile ilgi çekmiyor? Sokak köpeklerinin psikolojisini en ince ayrıntısına kadar incelemiş olan bu kesim, ninelerinin-dedelerinin psikolojileri konusunda neden parmaklarını kıpırdatmıyorlar ki? Hayatın durdurulamayan çarkının içinde, önümüzdeki 20-30 sene içinde kendilerinin de aynı konuma gelip, bir bardak su verebilecek, kazasız belasız bir tuvalete götürebilecek birilerine muhtaç olacaklarını düşünmek, çok mu zahmetli, ya da çok fazla stresli mi geliyor diye spekülasyon yapmaktan kaçamıyor insan.

TEMBELLİK Mİ ŞIMARIKLIK MI?

Haydi tartışmanın içine bazı rakamlar da katalım da durumun garipliği ve inanılmazlığı daha iyi ortaya çıksın: Kendi köylerimizden ve şehirlerimizden bulamadığımız Türk bakıcı yerine, yaklaşık iki aylık yazışmalar, devlete ödediğimiz büyük harçlar sonucunda, Gürcistan’dan bir bakıcı bulabilme “şansına” sahip olduk nihayet.

Sovyetler Birliği günlerinde yetişmiş disiplinli bakıcımız, sanki Stalin’i hatırlatır gibi, günde yirmi dört saat annemizi çekip çeviriyor şimdilerde. Biz de gönlümüz rahat, işimize gücümüze bakıyoruz. Bu hizmetlere karşılık da her ay 750 Amerikan doları yani yaklaşık 25 bin Türk lirası maaş ile 7000 Türk lirası sigorta masrafı yapmaktayız. Bizim Toros dağlarındaki ve Çukurova’daki akrabalarımız ve köylülerimiz için, oldukça güzel rakamlar olduğunu hemen görebiliyorsunuzdur eminim.

Çünkü, asgari ücretin hala 10 bin TL veya biraz üzeri olduğu, çalışacak yaştaki nüfusunun en az yüzde 30’unun iş bulamadığı, en verimli yaşlardaki milyonlarca genç kız ve delikanlının, bir “üniversite mezuniyeti fetişizmi” rüyası altında, lüzumsuz mesleklerde ömür tükettiği bir ülkedeyiz ne de olsa.

Kısacası, milyonlarcamız işsiziz. Sürekli iş peşindeyiz. Verilen maaşları, ne kadar olursa olsun hiçbir zaman tatmin edici bulmayanlardanız. Bir masa başı devlet işi için, siyasilere vermediğimiz ödün kalmaz. Ama Edirne’den Urfa’ya, Artvin’den Antalya’ya milyonlarca “yaşlı ve hasta bakım işi” bomboş durmakta ve ihtiyaç kendisini bağırarak ifade etmeye çalışmaktadır.

Bizim işsizlerimiz ve iş arayanlarımız ise, “yaşlıya bakım” işini işten saymamakta, tenezzül etmemekte ve burun kıvırmaktadırlar. Onların yerine ise Gürcistan, Ermenistan, Filipinler, Endonezya gibi, Türkiye ve Türk kültürü ile hiçbir alakası olmayan kültürlerin insanları, bu boşluğu tam anlamı ile dolduramamaktadırlar bile. Çünkü bakıcı sayısı bir türlü yetmemekte bu ülkede.

KÖPEK PSİKOLOJİSİNE EVET, İNSANINKİNE HAYIR!

Sokak köpeklerinin psikolojileri ve ihtiyaçları konunda uzmanlık taslayan kesimin, biraz da Türk nüfusunun, nasıl olup da binlerce yıllık “ataya ve yaşlıya saygı” geleneği konusunda, bugünlerde her sınavda “sıfır çekmeye” başladığına kafa yorması beklenmez mi? O hiçbir şekilde ve hiçbir konuda bir türlü beğendiremediğimiz Türk Devletinin sayesinde, hem ana-babalarının, hem de kendilerinin ömürlerinin, 10-20 hatta 30 sene daha uzadığını akıllarına bile getirmezler bu kesimdekiler. Ama “lay lay lom” çağları geçip de birilerinin eline muhtaç hale geldiklerinde, yana yakıla “eskiden böyle miydi” diye çırpınıp duracaklardır.

HEP ŞİKÂYET ÜZERİNE KURULU BİR DÜNYA!

Günlerinizi Türkiye topraklarında geçiriyor olabilirsiniz. Ama Türk kültürünü anlamak ve o kültüre ait olmak bambaşka bir meziyettir. Öncelikle de bu memleket ile övünç duymanız gerekir. Hükümeti beğenmemek, memleketi silip atmak anlamına gelemez. Vatan topraklarında yaşayıp, vatansızlık yapmak da öyle yenilir yutulur bir kabahat değildir. Sokak köpekleri konusunu bayrak haline getirenlerin büyük çoğunluğunun, her gün şehit verdiğimiz etnik terörizm konusunda sessiz kalmaları bir yana, o teröristleri destekliyor olması da çok manidardır.

Kıssadan hisse şudur ki; memleketin öncelikleri vardır. Dört bir yandan kuşatılmış, fiili olarak Amerikan ve Batı saldırısı altında, her gün şehit veren bir ülkede yaşamaktayız. İki bin-üç bin-dokuz bin senelik kültüre sahip bir memleketin evlatlarının, bir zahmet “önceliklerimizi” doğru tespit edip, ona göre siyaset yapmaları veya hiç yapmamaları beklenir.