Öncü partinin farkı

Öncü partinin farkı

Günümüz koşullarında Öncü partinin karşısına şu soru çıkıyor; zamanını, oyunu, imzasını ve parasını vermeyen, devrim uğruna canını verebilir mi?
Bu sorunun yanıtını azınlık, çoğunluk, öncü parti ve “sistemi” ele alarak yanıtlamaya çalışalım.                  Antik Çağdan örnek vererek konuya girebiliriz.                                                                                                        

Sezar, konsüle gecikmeli yetişen senatöre sinirlenir ve nedenini sorar. Senatör, Roma sokaklarının çok kalabalık olduğunu ve at arabasını yönlendirmede zorlandığını söyler. Sezar’ın, “Ne kalabalığı! Ezip geçseydin ya!” tepkisine; efendim kimin Romalı, yabancı veya köle olduğunu aceleden ayırt edemedim, der. Bir başka senatörün; ‘efendim tüm kölelerin koluna kırmızı kurdele takma zorunluluğu getirelim, böylece onları işaretlemiş olur ve gerektiğinde ezebiliriz’ fikrine, Sezar düşünür ve şu yanıtı verir: “Bunu yaparsak tüm köleler birbirini tanır, uyanır ve çoğunlukta olduklarının farkına varırlar, sonunda tahtımızı yıkmaya teşebbüs ederler.” Roma’nın ezici çoğunluğu kölelerdi, ancak birbirilerini tanımadıkları için korkuyorlardı. Öncüsüz, örgütsüz, umutsuz ve vurdum duymaz ‘çoğunluklar’ ezelden beri korkaktır.
Ancak o kölelere takılmak istenen kırmızı kurdele, bugün öncü parti bayrağının yerini alırsa, korku duvarı çatır çatır yıkılmaya başlar.
Azınlık, çoğunluk ve öncü parti farkını yukarıdaki tarihsel anekdottan örnek vererek, daha iyi anlayabiliriz.

Öncü partiyi sistem partilerinden ayırt eden nedir?

Şunu saptamamız gerekir, Öncü parti doğuştan itibaren tarihle birlikte büyüyor. Çocukken ‘kral çıplak’ diyen ve bu cesareti gösteren odur. Gençliğinde doğru eylemi analiz eden ve yanlış zamanda yanlış mevzide yer almayan odur. Yetişkinlik çağında devrimciliğin yıkıcılık değil, kuruculuk olduğunu tahlil eden yine odur. Nihayet olgunlaştığında, kralı atından devirmek için yüz hançer yarasını göze alan, yine o olacaktır. Öncü parti tarihselliğin maddesini günümüze kadar canlı tutmayı başarandır. Stratejisi ‘en sonunda olması gerekene’ odaklıdır. Taktiği temel güçleri, ara güçleri ve saldırgan güçleri analiz ederek, siyaset üretmektir. Sistem partisi koşullar değişse de, aynıyı tekrarlayandır. Üyeleri genelde ‘çıkar’ amacıyla, birer kola ve dürüm için meydanları doldururlar. Öncü partinin kadroları ise birer kızgın demir gibidir, sistem onlara vurdukça daha da kızıllaşırlar. Sistemin ideolojik balyozu çelikleşen öncü neferleri döverek ezemez, tam tersine en hararetli aşamayla birlikte, inatla çoban yıldızın şeklini alırlar.                                                                                                                                                      

Sistem partileri ise, kullanım tarihinden sonra tarihin çöplüğüne mahkumdurlar, çünkü kökleri olmayan ağaç gibidirler.1980’den bu yana devam eden mevcut neoliberal sisteme ‘en iyi ben hizmet edebilirim’ yarışındalar. Sistemin seçim sandığı, tüketicilere camekandaki üç mankenden birini seçmelerini dayatıyor.
Peki ‘seçmen’ neden öncü partiye oy vermiyor?

Çünkü sistem henüz yıkılmamıştır, onu bu saatten sonra ayakta tutan ‘yapay yaşam desteğidir’. Dolaysıyla ‘seçmenlere’ uygulanan piskolojik algıyla, sistem gözlerinde ‘canlılık’ yansıtıyor.
Bu durumda halk, öncü partinin sistemin içerisinde olmasına anlam veremez. Ancak aşırı dozla bağımlı olduğu üst akıl, sisteme altın vuruşu uyguladığında, zamanın ruhu Öncü Parti’yi tarih sahnesine çıkaracaktır ve varlığının anlamı o zaman anlaşılacaktır. Çünkü daha önce hiç bir gücün ve ‘aklın’ çözemiyeceği denklemin faktörlerini, bilimsel birikimiyle bir tek öncü parti çözebilecektir. Öncü partinin ‘seçime’ katılması doğru mu yanlış mı? sorusuna şöyle yanıt verilebilir; Öncü parti mevcut sistemin içerisinden sistem dışına çıkmaya kararlı olan güçlere, çıkış yolunu gösterebilir. Öncü parti tarihin pususundadır ve sistemin dışında devrimi hazırlayacak, maddeyi yani kuvveti biriktirmektedir. Sistem dışındaki bu kuvvete sistem içerisinden takviye yapılarak, sistemin kendisi güç kaybedecektir.

Zıtların arasına ‘sandık’ konulur mu?

Seçmen, sistemin içerisinde öncü partiyi göremez. Dolayısıyla devrim yani sistem dışı çözüm, sistem içi sandıktan çıkmaz. Özetle zıt güç olan karşı devrim ile devrim arasına, sandık konulur mu? Mustafa Kemal ile Sultan Vahdettin arasına ‘seçim sandığı’ konulsaydı, İngiliz emperyalizmin teslim aldığı sistem kazanırdı. Ancak Mustafa Kemal ‘evvela sosyalist olmalı maddeyi anlamalı’ felsefesiyle, zamanın durumunu analiz ederek yönünü güneşin doğduğu yere çevirdi, deryaya açıldı ve sistemin dışına çıkarak yol aldı.

Sistem partileri, kitlelerin etrafına örülen yapay labirentin içerisinde dolaşıp dururlar ve sonunda çıkmaz sokakta duvara toslarlar. Öncü parti ise öngörü kuvvetiyle ve bilgeliğiyle ufkunu şahinin seviyesine yükselterek, labirentin çıkış yolunu kuş bakışıyla tarif eder.
Sistem partileri okyanus ötesinden yazılıp çizilen görevleri yerine getirirerek ‘oy patlaması’ yaparlar.


Peki ‘%1’ alan partiden neden korkarlar?                                                                                                           

Çünkü “%1”lik öncü partinin ‘Üretim Devrimi’ programı, % 99’u temsil eder.
Şantaj, yolsuzluk, manipülasyon ve yalanlarla şişirilen sistem partileri, gücünü sadece emekçi halktan alan ‘%1’ öncü partiden korkarlar. Şişirilen yapılar ‘çoğunluğa ve güce’ taptıkları halde, %1’in etkisini elinden geldiğince inkar etmeye çalışırlar. Onun önünü keserler, demokratik olanaklardan yoksun bırakırlar, medya aracılığıyla boğmaya çalışırlar. Çünkü %1’lik öncü partinin keskin kalemi, gerçek ve sivri söylemi, er ya da geç ‘çoğunluğun’ şişirilen balonunu patlatabilir.                                                    

Sistem partileri sömürü düzeninin parçası oldukları için, ormandaki ayı gibi şişerler ve gün gelir hareket edemez duruma düşerler. Öncü parti ise ormanın yalnız kalan ceylanı gibidir, mevcut olanaklarla koşulları tartarak, nihayet doğru anı yakalayarak tarihin pususundan sıçrayacak ve günün birinde boynuzlarını ayının gövdesine saplayacaktır. ‘Çoğunluk’ doğal süreçlerden ve doğanın kanunlarından korkar, çünkü zayıfın gelişip güçleneceğinden ve kendisinin çürüyüp yok olacağından korkar. Örgütsüz ve öncüsüz ‘çoğunluk’ korkaktır.

Öncü partinin öngörü kuvveti

Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sayın İlker Yücel, 26.03.2023 tarihinde CNN Türk kanalında bir soru üzerine  “siyasi partilerin gücü aldıkları oy oranına göre değil, öngörü kuvvetiyle ölçülür” açıklamasıyla, öncü partinin farkını özetlemiştir.
Türkiye’de öngörü kuvveti, bilimsel analiz, nesnel durumu doğru okuyan, olanaklarla koşulların uyumunu ölçebilen ve nihayet çözüm üreten öncü parti vardır.
Öncü parti milyonların ‘korktuğu’ zorbaya ‘kral çıplak’ diyen çocuktur, zifiri karanlıkta kıvılcımdır, herkes derin uykudayken güneşin doğuşunu izleyendir ve ruhsuz dünyanın aydınlığıdır.
Dünyadaki baş çelişmede karşıt güçler, öncü partinin oy oranını değil, etkilediği kamuoyunu, ortamı ve gündemi dikkate alırlar. Aslanlı Yol’da yürüyen milyonları doğru siyasetle buluşturan öncü partinin ‘Ne ABD Ne AB Tam Bağımsız Türkiye’ sloganı, nihayet Cumhuriyet mitingleriyle sistem dışı başarı kazanmıştır. ‘Biz ABD’ye mecburuz’ diyen kitleler öncü partiden aldıkları cesaretle, bugün ‘emperyalizm’ kavramını dillerinde alışkanlık haline getirdiler. İşte öncü partinin farkı budur. Baş çelişmenin saldırgan tarafı olan emperyalizm, örneğin Ergenekon adlı operasyonuyla bölgenin en büyük silahlı gücü Türk Ordusu’nu ve ‘oy oranı en az olan’ öncü partiyi hedef almıştı. Çünkü partinin önderliği ‘Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak’ analiziyle, yığınakta yapılacak hatanın savaş cephesinde başarı getiremeyeceğini ve bunun önlenmesi açısından çıkış yolunu göstermişti ve hala göstermektedir. Bugün baş çelişmenin savunma cephesinde yer alan Avrasya ülkelerinin birliğini ve konumlanışını, öncü parti 1990’ların sonunda ‘Avrasya Seçeneği’ konferanslarıyla dünyaya ilan etmişti.

21. yüzyıl ve öncü partinin dünyadaki gücü

Sayın Prof. Yalçın Küçük’ün önceki yıllarda şöyle bir tezi vardı: “İsrail Türkiye’de İsrail’den daha güçlüdür.” Bugün ekranlarda olsaydı mutlaka “14 Mayıs” seçim gününü ve 1948 yılının ‘gizli mesajını’, deşifre edebilirdi. Eleştiriye açık olan bu tez, tabii ki tartışılabilir. Kıyaslama yapmak istemiyoruz ancak ‘tezin’ öncü partide ki karşılığı şöyle uyarlanabilir ‘Öncü parti dünyada kendi vatanından daha güçlüdür.’ Başta Çin, Rusya, Avrasya bölgesi ve Latin Amerika devletleri olmak üzere, Türkiye’yi ve bölgeyi okumak istediklerinde öncü Partiye başvuruyorlar. Sadece bir örnek; ‘Dünya Marksist Partiler Sempozyumun’na’ Türkiye’den davet edilen tek partiyi herkes tanır.
Öncü parti çocukluğunda (TİİKP) İhtilal’ciydi. Gençliğinde evella maddeyi anladı Sosyalist (SP) oldu. Yetişkinliğiyle dayandığı temel güçlerle yani işçi sınıfıyla (İP) harmanlaştı. Nihayet olgunluğuyla devrime önderlik edeceği coğrafyanın adını alarak, Vatan’ın Partisi oldu.                                                                           Öncü parti sadece yakın geleceği değil, 21.yüzyılın stratejisini bugünden yazmaya başladı.
Dünyanın teknolojik temelli değişimini şimdiden analiz ederek, bilimsel sosyalizmin ışığında kapitalizm sonrası ‘dijital’ toplumun doğacağını ve insanlığın varabileceği yeni çağın öngörüsünü yaparak, dünyaya ve evrene şunu ilan ediyor: ‘Yapay zekâ sınıfsız toplumun habercisidir’