Öpüşelim

Öpüşmeyelim tabii, nasıl öpüşeceğiz ki! Korona var hocam, bunun yenisi var, eskisi var. Üretilmiş diyen var bu arkadaşa; Çinliler yarasa yediğinden oldu diyen her konuda uzman basın esnafı var. Aranan anlamı kolayca bulmanın en kolay yoludur komplo teorisi; bıkıp usanmadan üretiyorlar: Dünyayı yöneten akıl, Armageddon, Bilderberg anlatan var. Süreci devrim ilan eden solcu bile çıktı. Virüsten sonra her şeyin çok acayip değişeceğini umanlar. Tamam, bir şeyler değişecek, kesin. Ama kızma, birkaç yıl içinde çok şey de eskiye dönecek. Yapamadığın devrimi, virüsten bekleme. Koronanın sonu büyük final değil, üzgünüm. Üç beş zamana ilacı da çıkınca dünya kapitalizmi yeni formülleriyle okuyacak bildiğini.

Öpüşmeyelim değil mi! Dur daha; marketler boşaltılacak, makarna gerek, tuvalet kâğıdı çok önemli, sosyal mesafe korunacak. Batılıların o işi ne iyi yaptığını da gördük arada, ölen ölsün dediler, aman mesafemize girmesinler de. İnsanlığın sınırı belli oldu. Londra’da birinin yanına biraz fazla yaklaşıp adres sorsana, iki adım uzaklaşır hemen. Kişisel alan, birey olmak derler oralarda. Doğru, önemlidir birey olmak; ya iyi olmak? Korona öğretti: Birbirini en iyi, felaket zamanlarında tanır insanlar. Sınırı anlaşıldı uygar Amerika’nın; patates bulamazlarsa diye gidip tüfek satın aldılar.

Öpüşelim diyeceğim. Aman, diyecekler dokunmayın birbirinize. Oysa dokunur insan. Dokunmalı. Parmak izidir öpüşmek, benzemez biri diğerine. Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ında, on ikinci bölümün adı ÖPÜŞ; harflerin noktalarını at, OPUS gelir karşına: Eser. Bu bölümdeki tüm paragrafların ilk harfleri birleştirilirse ortaya bir adres çıkacaktır, bakarsın. Edebiyat ve oyun. Öpüşelim diyeceğim, aman dur, virüs diyecekler. Mevlevilikte de her şeyin canı var, bu yüzden Mevlevi, öper eline aldığı şeyleri, örneğin kitabını, fincanını örneğin; namaz kıldıktan sonra yeri öper mesela. Bu öpüşe, görüşme derler. O aziz suyun yüzü de hep yerdedir, ırmağın, derenin. Su, her şeyi öperek akar...

Öpüş, bir sözdür; sıcak. Bak, o p harfi ve ş nasıl öpüşüyor içinde? Aşk-ı Memnu’da Bihter ile Behlül’ün ilk öpüşmesi geliyor aklıma. Onuncu bölüm: Kısacık bir kelime, cümleye dönüşüp kanunusani diye başlar, aralık yani. “Havanın baygın esmerlikleri içine” kar yağmaktadır. “Bihter yavaşça Behlül’ün kapısını açarak, içeri girmeye cesaret edemeyerek başını” uzatır. Ötede, henüz tutuşturulmuş bir soba. Soba, ateş, sıcaklık; yani günah... Bihter, “Behlül Bey”e şekerlemelerini sormakta; kimi tatlılıklar yani. Günah dolu bir öpüşü tanımlar romancı böylece. Behlül, sürekli Pera’ya indiği için hanımefendinin şekerlemesini de almıştır herhalde. Kadın ses edince, “siz misiniz yenge” diye sorar beyimiz, göremiyordur demek. “Siz misiniz” ile göremediğini, karanlık olduğunu, akşamı anlatırken “yenge” ile aradaki mesafeyi belirler böylece. Şekerler mi, ah evet, masadadır... Fakat masanın üzeri karmakarışıktır. Aranır Behlül; derken: “Küçük mukavva kutuyu alırken masanın üzerinden bir şeyler kaydı ve birbirini müteakip halının kırmızı alevlerle yaldızlanan parçalarına döküldü.” Halıya döküldü demez Halid Ziya, “halının kırmızı alevlerle yaldızlanan parçalarına” der. Edebiyat nedir diye sorarsan, budur işte.

Dökülenler nedir? Bihter söylesin. Hadi Bihter: “Oo! Bunlar ne! Bir alay kadın resmi, hep kadın resmi. Sizde başka ne resim bulunabilir? Veriniz bakayım.” Behlül kurtarır durumu. Durumlar, en çok dille kurtarılır zaten: “Gördünüz mü bir kere, bütün kabahatlerim ayaklarınızın altına serildi...” Kabahat diye nitelediği, kadınlardır; Halid Ziya, öteki kadınları ayağına serer Bihter’in. Resimler sayesinde başka kadınlar üzerinden bağ kurar aralarında. Sobanın ateşleri bile, onları köşelerinde “yalnız bırakmak arzusuyla” geri çekilmiştir. Hep karanlıktalar. İlginç olan her şey karanlıkta geçer, diye boşa demez Celine. Sonra öyle üç beş paragraf geçer ki aralarında, nihayet öpüşürler. Bir iki satırda da bu öpüşme çizilir. Kitabın 1945 baskısında bu son öpüşme yok. Aslında gerek de yok. Her şey örtülü olarak öyle güzel verilmiştir ki. Örtü, en açığıdır bazen. Öpüşme ve kültürel anlamları, filematoloji adıyla incelenir Batı’da. Beynimizde, gözler kapalıyken karşımızdakinin dudaklarını bir kerede bulabileceğimiz özel sinir hücreleri var. İnsan ne acayip! Yanağa kondurulan masum öpücük yüzdeki iki kası harekete geçirirken kadın resimleriyle şekerlemeler arasında soba ateşiyle harlanan öpüşmeler, sadece on iki tanesi dudak hareketlerini kontrol eden otuz kası birden etkiler. Bir baş dönmesi, bir tür yüz felci, uğultular...

Son soru: Bihter ile Behlül, gözlerini kapattı mı öpüşürken; kadınların yüzde doksan yedisi, erkeklerin otuzu kapatır genelde. Niye? Güzelsin sevgilim ama çok yakından demişti Cemal Süreya. Öpüşürken birbirimize yakından bakınca gittikçe şaşılaştığımızı görmemek için mi kaparız gözlerimizi? Peki bir çiçeği koklarken ürperince kapatmaz mı insan gözlerini; şöyle dumanı üstünde nefis bir kurufasulyeye ekmek banarken; göğsüne bastırırken özlemle dolu asker mektubunu? Kapatmaz mı? Hem gözümüzü kapatınca karanlık olduğunu sanmamız tuhaf, yeni bir dünyadır oradan doğan. Erkekler neden gözünü daha az kapatıyor diye sorarsan bunu da sana evrimle açıklar giderim paşam. Tarih boyunca yuvasını ve ailesini koruma, geçindirme görevi üstlenmiş hemcinsimin, avını yakalamak, vahşi hayvana yem olmamak, ailesine, evine, tarlasına yönelecek olası tehlikelere karşı hep tetikte olmak için en güvendiği duyu organı gözleri olmuştur da ondan... Nisan geliyor, nisan; iyi karantinalar!