Ordu Nasıl değişim geçirdi?-(TAMAMI)

TSK’daki akıllara durgunluk veren gelişmenin ve değişmenin asıl yüzü Silivri duruşmalarında tutuklu amiral ve generallerin açıklamalarıyla ortaya çıkıyor. Orduya uzun yıllar hizmet etmiş albay ve generaller artık açık açık komutanlarını suçluyor ve hatta bazıları Genelkurmay başkanlarının kendilerini sadece yalnız bırakmadıklarını aynı zamanda “silah arkadaşlığını da unuttuklarını” ifade ediyor. Bunlardan en sonuncusu 13 Ekim 2011 tarihli bazı gazete ve TV'lerde yer aldı.

Tutuklu askeri savcı Albay Üçok komutanlarını suçlayarak mahkemeye şu savunmayı yapmıştı:

“ Genelkurmay Başkanı Askeri yargıyı ısrarla soruşturmaların dışında tutmuştur.( Sayın Büyükanıt'ı kast ediyor) Sayın Başbuğ’un dönemi, kanaatimce, TSK tarihinde, personelinin en acımasız hukuksuzluklara ve zulümlere maruz kaldığı dönem olmuştur. Bu süreci Genelkurmay Başkanlığı ve Adli Müşavirliğini yazık ki iyi yönetememişlerdir. Bunun yanı sıra, Büyükanıt ve Başbuğ döneminde yapılan değişikliklerle askeri mahkemelerin bütün yetkileri elinden alınmış ve adeta görev yapamaz hale getirilmeye çalışılmışlardır.”( Silivri Savunmalarından)

2010’da kuvvet komutanlarına mektup yazdığını anlatan Albay Üçok, “Fakat Başbuğ tarafından, bu önerilerimin hiçbirisi dikkate alınmamıştır. Kaderin ne acı oyunudur ki, sessiz kalarak, bu süreci kötü yöneterek, asılsız suçlamalara ve iftiralara hedef olan yüzlerce muazzaf ve emekli askerin tutuklanmasına katkıda bulunan Genelkurmay Adli Müşaviri de, benzer suçlamalara maruz kalmış ve tutuklanarak Hasdal Cezaevi’ne konulmuştur.”

Bana göre bu savunma, TSK’nın hiç alışık olmadığımız bir iddiası ile disiplin yönünden ne hale geldiğini ve komuta kademesiyle altının nasıl uyumsuzlaştığının ibret verici bir belgesidir. Aslında 50’li yıllarda TSK’ya el atıldığının ve ABD’nin orduyu nasıl kendi uyumuna aldığının kanıtı sayılabilir. Milli Birlik Komitesi üyesi 27 Mayıs’çı Yarbay Orhan Erkanlı bu gelişmeleri yazdığı “Anılar, Sorunlar, Sorumlular” isimli kitabında anlatıyordu. Kitap 70’li yıllarda çıkmış bir TSK belgeselidir. Erkanlı’nın anlattıklarından öğreniyoruz ki “ABD’nin değişmeyen amacı müttefiki ve sonradan stratejik ortağı olarak TSK’yı ayağından tepesine dek değiştirmekten başka bir iş yapmıyordu.”

(K.A, Ordu Siviller Ve İhanetler, S:27, 2010 ,Toplumsal Dönüşüm Yayınları)

Erkanlı’nın o satırlarına bir göz atalım:

“1947 senesinde Truman doktriniyle başlayan Amerikan askeri yardımı birçok tabii neticeleri de beraberinde getirdi. Ankara’da bir Amerikan askeri yardım kurulu faaliyete geçti. Bu kurula bağlı olarak tümenlere kadar her büyük karargaha birer askeri ekip(field team) verildi.(ikili antlaşmaların çoğu Amerikan askeri yardım kurulu başkanları ile Türk yetkilileri arasındaki özel görüşmelerle vücut bulmuştur.) Amerikan silah ve malzemesinin kullanılmasını öğrenmek için ordumuzun çeşitli mekteplerinde Amerikalıların nezaretinde kurslar açıldı. Birçok subay ve astsubayımız aynı maksatla Batı Almanya’ya, ABD’ye kurslara gönderildi.(bu arada biz de Batı Almanya ve ABD’deki bütün kurslara gittik, geldik.) Bu dönemi teferruatıyla yaşadık. Harp dışında kalmamıza rağmen harbin bütün ağırlığını sosyal ve ekonomik tahribatını sırtında taşıyan Türkiye her şeye muhtaç durumdaydı.”

Orhan Erkanlı böyle yazıyor ve gerisini Doğan Avcıoğlu’na bırakıyor.

“-ABD’nin bu çabalarla kendi ideolijisini benimsemiş bağımlı ordular kurma amacını güttüğü şüphesizdir. Bu çabalar, Atatürkçü ve milliyetçi geleneğe sahip Türk ordusunda etkisiz kalmıştır. ABD başka ülkelerde aynı metotlarla Erkanlı’nın deyimiyle “uydu ordular” yaratmıştır.(Kaynak: Türkiye’nin düzeni Doğan Avcıoğlu-2.cilt sayfa: 381)

Elbette güçlü bir devletin kontrolünü ele geçirmek kolay değildir. Bir kayıtla: “Eğer bir devlet, ulusal ekonomi, ulusal devlet ve ulusal ordu sistemini benimsemişse ve Üniter yapısına sahipse bunlar devleti ayakta tutabilir. “

Peki ya tersi olursa ne olur?

O sorunun yanıtı Silivri duruşma salonunda şu günlerde sık, sık yankılanıyor dersek hata mı olur?

TSK böyle bir değişimi asla geçirmemiş olmalıydı.