Orhan Pamuk Notları - 2

■ Bedri Rahmi’nin “aydın da kaç mumluk” dediği türün, Batılı için, Batılıya özel yaptığı edebiyatı Kemal Tahir notlarında şöyle anlatıyor: “Ben romanlarımı, batılı efendiye, efendimiz, bunalımdasınız, alınız, bununla biraz avununuz, eğleniniz, diye yazmıyorum. Beri bak hayvan! Soyguncu olduğun için bunalımdasın! Seni bu bunalımdan ya ölüm kurtarır, ya soygunculuğa karşı çıkman! Bak sana senden üstün insanı gösteriyorum! Bunaltın artsın diye yazıyorum.” Bu pasajı, bir yazısında bon pour l’Orient kavramını anlatan ustam Tahsin Yücel’in denemelerini okurken hatırladım; Batı’da yaygın deyimdir, “Doğu’da gideri var” demek. Cevat Çapan da bunun karşısına bon pour l’Occident’i koymuş: Batı’da iş yapar... Bu bon pour l’Occident sadece yazar da değil; politikacı, iletişimci, sosyolog da var! Pamuk da bu kategoriden; sonuna kadar egzotik ve oriental. Dante’den kitap adı ödünç alır, Eco’dan olay aktarır. Tamam biz postmodern edebiyat, metinler-arasılık bilmiyoruz, hep bunlar okudu, biz cahiliz ama şunlar da mı postmodern yazın kuramıyla açıklanıyor: Beyefendinin kimi kahramanlarının azı dişi öyle uzun ki ağızları kapanmıyor romanda; canını kurtarmak için kendini “ağacın köküne” siper eden kahramanı var mesela. Karısı evden kaçan, önce arşivlere başvuruyor. Batılı, Leylâ Erbil’i bon pour l’Occident sayacak değil a herhalde bunu sayacak... Sen hiç Tournier, Quignard gibi sahici Batılı aydının Pamuk hakkında söz aldığını duydun mu?
■ Pamuk, Tanpınar Müzesi açılış konuşmasındaydı galiba, Türkiye’nin ilk modern klasiği olarak Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını göstermişti! Oysa Atay öncesinde tutunanlar var: Bir modern klasik aranıyorsa Nâzım’ın Memleketimden İnsan Manzaraları dağ gibi. Destan olmasına karşın karakterler öyle kanlı canlı ki herkesin başka sesi, yüzü belirir dizeler arasında. Oysa Benim Adım Kırmızı’da çeşitli karakterler konuşsa da Pamuk’tur her biri. Bu herkese kısmet olmayan şeye yetenek diyoruz işte. Faulkner’da var mesela! Onun da romanları kolay okunmaz. Paris Review, Bahar 1956 sayısında Faulkner’a, “okurlar kitaplarınızı üç kez okuyor, anlamıyor, ne yapsınlar” diye sorulur. Cevap: “Dört kez okusunlar.” İşte bu Faulkner’ın Döşeğimde Ölürken’inde, memleketine gömülmeyi dileyen Addie’nin tabutu, ailesi tarafından taşınır. Yazar, kendisini herkesin yerine koyup hepsi gibi konuşur; olaylara farklı tepkiler kurgular. Yetenek! Fakat inkâr edilmez, Pamuk’ta da roman bilgisi müthiştir. Karamazov’ların İletişim’den çıkan kötü çevirilerine ya da Tristram Shandy’ye yazdığı önsözler harikadır. Gelgelelim Amerika’da verdiği derslerin notlarından derlenmiş Saf ve Düşünceli Romancı, beni, aynı mekânda seneler önce ders vermiş Calvino’nun notlarından oluşan Amerika Dersleri kadar sarsmamıştır. Neden? Çünkü Pamuk’un geniş zamanı uğuldamaz. Çünkü beyefendinin taşıdığı yakıcı sorular, bayıldığı Dostoyevski’de olduğu gibi insanın iliğini çürüten kavurucu acıları, yoktur. Bunlar da yetenek gibi, üzgünüm, herkese eşit dağıtılmıyor.
■ Jean Delumeau’ya göre, 1480 - 1609 arasında Fransa’da Türkler üzerine çıkan kitap sayısı, Amerika’da çıkanların iki mislidir. Oryantalizm, gelir getiren meslek çünkü. Pamuk, Batı’da başında fesi, belinde önlüğüyle Peyami Safa’nın 1931’de Fatih - Harbiye ile çözdüğü rengârenk Doğu - Batı kimlik sorunu adlı macunu pazarlayan bir entelektüel. Hulki Aktunç, Batılı oryantalistler yanında türeyen bu Doğulu oryantalistlere, Doğu’dan (East) yola çıkıp “ost”modernist derdi. Bunlara göre nakkaş da Mevlana da birer malzeme. Türkçeleri yalan yanlış olsa da ne gam; zaten İngilizceye yanlışsız çevrileceğinden sorun değildi. Kafamda Bir Tuhaflık’ta, Batı’da Ü yok diye kahramanın adı Mevlüt değil, Mevlut olabilmekte. Elif Şafak’ın da sürekli Mevlana, Şems, etli ekmek hattını yazıya geçirme sebebi bu renkli macun satıcılığı işte. İmalat ile hakikat arasında fark var oysa.
■ Cümleler Kara Kitap’tan: “Bu geometrik ve tertemiz manzarada, (hoş yanı da buydu ya zaten) kendimi dışarıdan seyrederken O’nu kendimin yarattığını hemen anlamıştım.” Dilimizi sonradan öğrenmiş gibi. Şuna gel: “Benim adreslerden hiçbiri var mı sizde?” Ya da şu: “Galip görür görmez ‘eski koca’yı tanıdı, ama o Galip’i değil” Ne nedir, belli değil! Alıntılar, Kasım 1990’da yayınlanan Gösteri dergisinde, Tahsin Yücel’in, Pamuk’un dil bilmediğini anlatan ünlü yazısından. Pamuk’un bu çelik çekirdek yazıya cevabı nefis: “Bu yavan dile karşı çıkmadan, denemelere girişmeden, tehlikeler, sakatlıklar, zorluklar göze almadan dişe dokunur bir şey yazılabileceğini sanmıyorum. Bir elde öztürkçe sözlük, diğer elde gramer kitabı benim kitaplarım, hele Kara Kitap hiç anlaşılmaz.” Cevaptaki Türkçe karşıtlığı hoş. Çözünürlük, camgöbeği, tekne kazıntısı gibi kelimeler yaratabilen dile biraz da bu yüzden düşman oldu yeni kuşak yazarlar. Ayrıca, Yücel’in dili hiç yavan olmadığı gibi Kara Kitap da o kadar anlaşılmaz değildir. Melville, Karasu ya da Tanpınar’daki yoğunluk, üzgünüm, bu yamalı bohçada bulunmaz. Postmodern bilmecelere yoğun demiyorsan! Kitabın ünü, postmodern romanın dünyada “iş yaptığı” dönemde “Türkiye’de” yayınlanması ve bon pour l’Orient oluşudur. Yaz boz hocam, tak sök hacım! Her şeyin parçalandığı dönemde (“yıkılıyor, her şey yıkılıyor” diyordu Safa) tek tek de okunabilen metinler... Güzel ve fakat Memet Fuat’ın deyişiyle bomboş. Dünyayı sırlar ve esrar üzerinden gör, insana beş yüz sayfa boyunca esrar arat, sona gelince de “hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz, yazı hariç” de... Yalan söyleme!