Orhan Pamuk notları - son

* Manzaradan Parçalar’da, cumhuriyeti kuran modernleşmeci zenginlerden söz eder yazar; düşünce dünyasının temel örneği. Cumhuriyetin kuruluşuna dair bildikleri bu kadar değildir elbet; bunlar, yazabildikleri. Cevdet Bey ve Oğulları’nı çok sevenler, (yazarın dedesi Cevdet Ferit Basman diye de okunabilir) beyefendinin cumhuriyet kurulurken ne iş tuttuğunu hiç düşündü mü? Cenazesi, caminin içinde secdeye varılarak kıldırılan (!) bu Cevdet’in, zengin olsa da cumhuriyeti kuranlardan olmadığı açık. Yazarın bayıldığı Tanpınar, Pamuk gibilerce hiç anılmayan Sahnenin Dışındakiler’de, anlatıcısı Cevdet’in ağzından (tesadüf), tam da bu Cevdetleri anlatır. Onlar için cumhuriyet ya da padişah fark etmezdi! Önemli olan cepti. Pamuk’un sandığı gibi bu cumhuriyet Cevdetlerle değil, Cevdetlere rağmen kuruldu. Yazarın zengin dedesine değil, Haldun Taner’in beş parasız ölen babası Ahmet Selahattin’e bak da anla. Bu arada, bu ilk romanla kazanılan Milliyet Roman Armağanı’nın öyküsünü, seçici kurulun Selçuk Baran’ın hakkının nasıl yediğini Selim İleri yazdı, hep ben yazacak değilim elbet, buluver bir zahmet!
* Pamuk, İstanbul adlı kitabında cumhuriyetin halkı dinden uzak tuttuğunu anlatır. Bu mevzuyu iki binlerin başında liberallerimiz Türkiye’yi “demokratikleştirirken” yazdığı, Dostoyevski’nin Ecinniler’inin türbanlı sürümü Kar’da geliştirmişti: Necip ve Fazıl adlı iki İslamcı genç (!), kitabın en iyi karakterleriydi: Saf ve temiz yürekli şeriatçılar! Pamuk, Madımak’ın dumanından olacak, göremedi herhalde, şeriatçılar hep saf ve temizdi. Üstelik diğer karakterler de işe bak, daimi kötü, darbeci, alkolik ve dönek! Bunca karakter arasında tek normal solcu, laik yoktu. Eserde solculuk hastalık, ahlaksızlıktı neredeyse. Jakobenlik, ruh hastalığıydı. Cevdet Bey’de dönemin ruhuna uyarak anmadığı İslamcıları, bu romanda Anadolu’nun en uzun süre yabancı işgali altında kalmış şehri Kars’a götürdü. Batılı dostlarını da unutmaz, vefalıydı, tanıttı oraları: Rusların işgalde açtığı beş caddeye, Türkler “askerden başka büyük bilmediklerinden” Kars tarihindeki beş paşanın adını vermişti; aman yarabbi, ne beter şey, Türkleri askeri vesayetten kurtarmalıydı. Bu roman da hapisteki büyük yazar (!) Ahmet Altan’ı kıskandıracak kadar, “Atatürk mahallesinde bir Kürt teyze” gibi şakacılıklarla doluydu. İçi rahattır.
* Pamuk, hâkim güce hep karşıt görünse de benzerleri gibi bir taşra sağcısı ya da sahte solcu olmak yerine “dünya vatandaşı” bir sağcıya dönüştü. Doksanlarda orduyu, hükümeti eleştirdi; o yıllarda herkes öyleydi. 2000’lerde açıkça AKP’yi destekledi; Balyoz falan dert miydi! Bir yazar, her şey hakkında konuşmak zorunda değil tabii fakat konuşunca Dreyfus Olayı’na Zola’nın verdiği tepkiden aşağı kalmasa iyiydi; Pamuk ise 24 yaşındaki Mehmet Ali Çelebi teğmeni, 30 yıl önceki darbeden sorumlu tutan Ergenekon savcılarından hiç şüphelenmedi. Postmodern kurguda bunlar olabilirdi. Gezi’de zorda kaldı; olay ona göre sadece doğa sevgisiydi ama gerilim artınca demokrasi sadece seçimde olmamalı, şiddeti son gibisinden geçiştirdi. Hatta o ara Frenklere verdiği bir röportajda, yapıtlarında heykellerine fena taktığı Atatürk’ün reformlarını övecekti. Zira emperyalizm artık İslamcıları desteklemez gibiydi. Bu ortamda laik orduya, “modernleşmeye”; jakobenizme falan vurmak iş değildi! Geç fark etti.
* Pamuk’un en iyi yaptığı şey, postmodern kuramın önemli meselesi, gönderme numarasıdır. Kara Kitap’ta apartman aralığı müthiş bir kuyu imgesidir mesela. Masumiyet Müzesi’nde Füsun, Kuyulu Bostan Sokak’ta oturur. Kar’da, Kars’taki pastanenin adı Yeni Hayat’tır yani üstadın beşinci romanı. Cevdet Bey’deki Refik’in kızının adaşı Melek de o Yeni Hayat’ta çıkar karşımıza. Dante’nin Yeni Hayat’ı değil tabii, o başyapıttır. Yeni Hayat’ın Doktor Narin’i, ölen oğlu için anı müzesi açar; buradan Masumiyet Müzesi’ne gidilir. Benim Adım Kırmızı’nın baş harflerine bak: BAK! Eh, o vakit bu kırmızıdan Kırmızı Saçlı Kadın gelir ki orta yerinde kocaman bir kuyu bulunan bir metindir. Kuyu da doğal olarak Pamuk’un tozlu bilinçaltıdır. Bir röportajında, Türk okurun iki çeşit hikâye sevdiğini anlatır (hepimizi tanıyor demek): Birincisi; oğlu uzaktayken babanın, gelinle yatması, olayı fark eden oğulun babayı öldürmesi; ikincisi, cinsel açlık çeken oğulun, cinnet anında zorla anasıyla yatması. Bunlara inanıyor mu cidden bilemem! Kırmızı Saçlı Kadın, 29’uncu bölümden: “Çok işlenen ve sayısız çeşitlemeleri olan ikinci cins cinayet ise, cinsel açlık içindeki oğulun, bir cinnet anında zorla anasıyla yatmasıydı. Bu oğulların bazıları kendilerini durdurmaya ya da cezalandırmaya çalışan babalarını öldürüyordu.” Yazık!
* Pamuk’un başarısı, yukarıda andığım kuyudan mülhem, edebiyatın iğneyle kuyu kazmak olduğunu, matematik ve mimariye yaslandığını çok iyi bilmesidir. Kar’ın kapağındaki şema tam da budur, bir oyun duygusu! Masumiyet Müzesi’nin gerçekten kurulması, Sessiz Ev’den beri denediği anlatım teknikleri, Öteki Renkler’de, bir yere bağlanmayan kopuk pasajlar... Oyun duygusu! Bu değişik adamı, yıllardır bir mimarı, satranç oyuncusunu izler gibi izliyorum. Romanımızı entelektüel uğraşa dönüştürdüğü açıktır. Siyasi görüşünden, dil bilmezliğinden, zeki bir reklamcı - elit oluşundan bağımsız yazıyorum. Bir metni, edebiyat yapan, mutluluk ve heyecanla okunmasıysa iyi bir Pamuk okuru değilim fakat kafamda bin tuhaflıkla beyefendiyi yıllardır takip ediyorum.
Not: Yazımda Oğuz Demiralp’ın Orhan Bey ve Kitapları adlı kitabından da yararlandım, tavsiye etmeliyim.