Ortadoğu ve İsrail
Ortadoğu, dünyanın merkezi. Bölge, Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Karadeniz ve Hazar Denizi’ne kadar uzanan beş denizle bağlantılı. Üç büyük dinin çıkış noktası. Süveyş Kanalı, Türk Boğazları, Basra ve Hürmüz Boğazı, Mendep geçidi gibi akslar üzerinden Doğu ile Batı’yı bağlayan en kestirme yolların kavşak noktası. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesiştiği yer. Dünya petrolünün üçte ikisini karşılayan kaynak. Tarih boyunca bu bölgede kurulacak hâkimiyet, dünyanın başat gücü olmaya giden yolun anahtarı olarak görülmüş. ABD’nin hâlihazırda hayata geçirmeye çalıştığı hegemonyasını 21. Yüzyılda sürdürme stratejisi Büyük Ortadoğu Projesi adıyla biliniyor.
Ortadoğu emperyalizm açısından “rahat bırakılmaması gereken” bir coğrafya. Ortadoğu denilince akla dinsel, mezhepsel ve yerel (aşiretler vb.) çatışmaların sürüp gittiği, toplumsal bütünleşmesini bir türlü sağlayamamış halkların yapay devletler altında çatışa çatışa yaşayıp gittiği bir kriz coğrafyası geliyor. Bütün büyük milletlerin geçmişinde feodal aşamalar bulunur. Kapitalizmin gelişmesi ve demokratik devrimler sürecinde feodal bölünmeler, milli devlet ve milli toplum çatısı altında aşılarak bütünleştirilir.
Ortadoğu halkları ise milletleşme sürecinde feodal yarılmaları bir türlü istenen ölçüde aşamıyorlar. Çünkü ellerindeki kaynakların ucuza kapatılması, istikrarsızlığın kaşınarak bölgeye bolca silah satılması, stratejik imkân ve yeteneklerini kendi milli faydalarına değerlendiremeyecek kadar güçsüz ve etkisiz halde tutulmaları gerekiyor. Bu da yetmiyor; bölgede yaratılan istikrarsızlık, oryantalizm tarafından ideolojik işleme tabi tutuluyor. Dünyanın geri kalanına Araplar başta olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının medeniyetsizliği, ilerlemeye kapalılığı, akılcı (rasyonel) düşünme ve davranma yeteneklerinin olmayışı gibi gerekçelerle “açıklanıyor!” Ortadoğu nasıl dünya siyasal güç dengelerinin oluşturulduğu coğrafyaların başında geliyorsa, İsrail-Filistin meselesi de Ortadoğu’nun merkezi sorunlarının başında geliyor. İsrail devletinin kuruluşundan, günümüze kadar süren yayılmacılığının sembolik bir anlamı var: İsrail, emperyalizmin Ortadoğu’ya el koyma hakkını temsil ediyor! İsrail siyasetinin kuruluşundan bu yana sürdürdüğü Birleşmiş Milletler’i takmayan, savaş hukukunu çiğneyen ve en temel insan haklarına bile riayet etmek istemeyen tarzı, arkasındaki güçlerin küresel jeopolitik ihtiyaçlarına cevap veriyor olmasından gelen bir rahatlık.
Türkiye açısından İsrail-Filistin meselesine milli bakış, emperyalizmin Ortadoğu’daki inisiyatifinin geriletilmesi amacına yönelmelidir. Bu da İsrail’in Filistin üzerindeki saldırganlığının sona erdirilmesini yani mazlum Filistin halkının yanında olmayı gerektirir. Bu tutumu inkâr etmeye yol açan bütün bahaneler laf-ü güzaftır. Oku İsrail yerine Filistin’e saplamaya yol açan her tür tutum, son tahlilde Ortadoğu’daki emperyalist tahakküm ilişkilerinin yanında mevzilenmek anlamına gelir.
Bugün Filistin’in yanında olmayanlar, istedikleri kadar milliyetçilik taslasınlar, Türk’ü arkasından vuran gerçek faillerdir. Sosyal medyaya bir göz attığınızda, Türkiye’yi nesnel çıkarlarının dışında davranmaya zorlamak amacıyla, ne kadar tarihsel önyargı varsa hepsinin üstümüze boca edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Filistin düşmanlığı yaratmak amacına yönelik psikolojik savaşın safdil vatandaşların samimi tepkisi olarak açıklanması mümkün değil. Stratejik meselelerde alınacak tavır, Arapları veya Yahudileri sevmek/sevmemek türünden duygusal tepkilerden bağımsız olmak zorundadır. Gerçek Atatürkçü tavır, akılcı ve bilimsel olandır. Malum, bilimde duygu ve önyargılara yer yoktur.