Ortadoğu’dan dünyaya bakmak
İsrail’in Gazze soykırım harekâtı genişleyerek sürerken, Türkiye’de çeşitli siyasi güçlerin verdiği tepkilerin farklılığına şahit oluyoruz. Tepkilerin farklılığı, özünde ideolojik ön kabullerin farklılığından geliyor. Bu ön kabuller, farklı siyasal güçlerin Ortadoğu’da olup bitenleri nasıl bir kuramsal ve kavramsal çerçeveye oturtarak açıklayacaklarını belirliyor. Dünyaya baktığınız açı, görebileceklerinizin de sınırını çizmiş oluyor.
ACILARA TUTUNANLAR
Bazı muhafazakâr-İslamcı çevreler başlarını ellerinin arasına almış, oldukları yerde çökmüş, perperişan vaziyette ağlıyorlar. Hükümetin ve ona bağlı güçlerin tutumu bu çizgide. İsrail ve ABD’yi eliyle engelleme yeteneği olmadığı için diliyle kınıyor. Buradaki yetenek, Türkiye’nin ve Türk milletinin yeteneği değil. Onları görebilme ve kullanabilmeyi mümkün kılan bakış açısının, dolayısıyla ideolojik ön kabullerin yeteneği. Bu eksende yayın yapan TV kanallarını açıyoruz, her gece bir Gazze haberi; parçalanmış insanlar, yıkılmış binalar... Çaresizlik ve mazlumluk manzaralarından seçkiler izliyoruz. Filistinlilerin uğradığı muameleye öfkelenirken, içimizi hem acıma duyguları hem de alttan alta İsrail’in gücüne ilişkin önyargılar dolduruyor. Haberlerin içeriğinde mazlumların haklılığına, direndiklerine, teslim olmayışlarına ve İsrail’in güçsüzlüğüne, yenileceğine olan inanca ilişkin bir tane ima bile yok. Müslümanlara yapılan zulmü izliyormuş görüntüsü altında mazoşist bir gösteriye şahitlik ediyoruz.
Merkez sağ ve sol güçler arasında görülen tutum, esas ile tali olanı ayırt etme yeteneklerinin olmadığını gösteriyor. Kendi ideolojik evrenlerini dünyanın maddi gerçeklerinden hareket ederek inşa etmiyorlar. Aksine kendi kafalarındaki dünyayı gerçek dünyaya giydirmeye çalışıyorlar. Mahalle yanarken saçlarını taramaktan daha öte bir yetenekleri yok. Kötü insanlar değiller, sadece ellerinden başka türlüsü gelmiyor. Ya da siyasal beklentileri, önceden içine girmiş oldukları pazarlıklar vb. onları bağlıyor. Bütün var oluşlarıyla sistemin ürünü oldukları için, sistemin yapısal krizlerine verebilecekleri cevapları yok. İstikrar dönemleriyle birlikte var oldukları için, istikrar bozulduğunda yok hükmüne düşüyorlar.
BEŞİNCİ KOLUN MEZHEPÇİLİĞİ
Bir kesim daha var ki, çok keskin şeyler söylüyormuş, duruma tümüyle hâkimmiş görüntüsü altında beşinci kol faaliyeti yürütüyor. Beşinci kol, düşmanın dört koldan saldırdığı bir şehirde, önceden içeri sızıp direniş iradesini kırmak, moral bozukluğu yaratmak ve savaşma azmini yok etmek için çalışanlara verilen isimdir. Beşinci kolun başarısı, düşmanın şehri ele geçirmesinde belirleyici bir rol oynar. Hatta bazen savaşmadan teslim olmayı sağlar. Türkiye’de ciddi bir beşinci kol faaliyeti olduğu görülüyor. Bu çevreler, İsrail’in elini rahatlatmak ve direniş cephesinde gedikler açmak amacıyla önce Filistin ve Arap düşmanlığı üzerinden sonuç almaya çalıştı. Sonra taktiğini İran düşmanlığı ve Şiilik üzerinden mezhep kışkırtmasına yoğunlaştırdı. Şu sıralar keserini mezhep gediğine vura vura ağacı yarmaya çalışıyor.
Son olarak, en kararlı şekilde Vatan Partisi tarafından temsil edilen bir tavır var. Bütüncül olmayı esas alıyor. Filistin’de yaşananların bölgeselmiş gibi gözükse de, aslında küresel bir güç hesaplaşmasının cephesi olduğunu tespit ediyor. Bu nedenle, Filistin meselesiyle Ukrayna, Kıbrıs ya da Uygur meselesi arasındaki içsel bağlantıya işaret ederek uluslararası bir strateji kuruyor. Bu bakış açısı dünyanın duygular, değerler, dinler ya da mezhepler arasındaki çelişmelerle değil, ekonomi-politik olgularla biçimlendiğini belirtiyor. Bu nedenle ulusal ve uluslararası düzlemde dostları birleştiren, düşman cepheyi daraltan bir siyaset geliştiriyor. İsrail’i kınamayı ve kendini rahatlatmayı değil, durdurmayı ölçü olarak alıyor ve verilecek tepkinin somut ve sonuç alıcı olması gerektiğini belirtiyor.
Dünya sadece iklimsel olarak değil, siyasal olarak da giderek ısınıyor. Bir küresel hesaplaşma dönemine girdik. Sadece Filistin meselesinde ve İran’a yönelik tepkilerde değil, toplam olarak nasıl bir dünya düzeninde yaşayacağımıza ilişkin olarak kartların yeniden dağıtılacağı bir aşamaya doğru gidiyoruz. Bunun her toplumun iç koşullarında da yansımaları oluyor ve olacak. Çünkü kendi ülkemizde nasıl bir ekonomik sistem, nasıl bir toplumsal ilişkiler ve kültürel değerler ağı kurabileceğimize dair imkânlarımız, nasıl bir dünyanın parçası olduğumuzla yakından ilişkilidir.
Bu nedenle yukarıda özetlediğim tepki biçimleri, sadece Filistin-Ortadoğu meselesine bakış ile sınırlı değil. Aynı zamanda çeşitli siyasi güçlerin, yakın gelecekte Türk toplumunu nasıl yeniden-örgütleyeceğine ilişkin yetenek ve potansiyellerine de işaret ediyor.