Osmanlı’nın tarih anlayışı -(TAMAMI)

Kâtip Çelebi “Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar” (Düstûru’l-amel li-islahi’l-halel) adlı kitabında reayanın (halkın) hal ve gidişine dair şunları yazar: “İnsansız mülk olmaz, ordusuz halk olmaz, parasız ordu olmaz, halk olmadan para toplanmaz, adalet olmazsa da halk olmaz” (s.22) der.

Kâtip Çelebi (1609-1657), özgün adından da anlaşılacağı üzere kitabını Arapça yazmış. XVII.yüzyılda yaşayan ve devletin (mülkün, saltanatın) bunalımına çare arayan bir Türk bilginin yapıtını Arapça yazmış olması garip değil mi? Osmanlı Devleti eğer gerçekten bir Türk devleti olsaydı yazar halkın konuştuğu Türkçe’yle yazmaz mıydı?

AKP iktidarının, Başbakan R. T. Erdoğan’ın, İstanbul sosyetesinin ve İslamcıların Osmanlı aşkı, bizi Osmanlı’nın defterlerini açmak zorunda bırakıyor.

Benim gibi tarih öğrenimi görmemiş ama tarih okuyan bir yazarın kendine iyi tarihçiler ve iyi kitaplar seçmesi gerekir. Ben kendime Doğan Avcıoğlu’nu ve onun “Türklerin Tarihi” (Tekin Yayınevi, 1978) adlı 5 kitaplık yapıtını seçtim.

Seçmemin nedenini Kâtip Çelebi yukarıdaki cümlesiyle açıklıyor: Tarih sadece siyasi ve askeri tarih değildir, ekonomik ve toplumsal tarihtir. Toplumcu anlaşıyla kaleme alınmamış tarih ancak hamasî destan ve saltanat güzellemesi olur.

Doğan Avcıoğlu’ndan okuyalım

[Osmanlı İmparatorluğu, Osmanlı tarihine bile sahip çıkmaz. Tanzimat’a kadar okullarda Osmanlı tarihi okutulmaz, İslâm Tarihi okutulur. “Kavm-i necip” sayılan Araplara baş rol tanınır. Türk ve Türkmen deyimi, gerek Osmanlılarda, gerek Selçuklularda göçebe anlamına kullanılır. Kentlerde Türk ileri gelenleri kendilerine “Rumî” derler. Osmanlı, yerleşikliğe geçen Türkmen için “Türkmenlikten çıktı” deyimini kullanır. Anadolu için Rum (Roma) ve Yunan diyarı sözleri geçerlidir. İlk kez Anadolu’ya “Türkiya” adını Haçlılar verir. Anadolu deyimi de Bizans kökenlidir. Selçuklu ve Osmanlı’nın gözünde Türk, “uygarlık dışı, yağmacı” göçebedir. Mevlânâ tıpkı Danilevski gibi “Tanrı’nın Türkleri yıkmak için yarattığı”nı ileri sürer. Bu nedenle medreselerde okutulan İslâm Ümmeti Tarihi’nde Türk’e hiçbir yer verilmez. XIX.yüzyılda yurtseverlik duygusunu geliştiren Namık Kemal dahi, “Osmanlı ümmetinin milletçe İslâm, Hıristiyan ve Yahudi’den meydana geldiği”ni yazar. Millet “ulus” değil. Dinsel topluluk anlamındadır.

Bu tutum, Türkçülük akımı gelişince, sonradan çok eleştirilir. Örneğin Atatürk’ün görüşlerini yansıtan Prof.Afet İnan şöyle der:

“Türkler, IX. yüzyılda İslâmlığı kabul ettikten sonra, özellikle Osmanlı Devleti zamanında İslâm tarihi temel alınmış, İslâm’dan önceki Türk tarihine önem verilmemiş ve Türklerin İslâm uygarlığına katkıları belirtilmemiştir.”] (I.Kitap, S.12)

Osmanlı bilinci yaratma

[Öte yandan Osmanlı tarihçileri de , devletin kurumsallaşmasına karşı göçebe Türk ve “savaşçı gâzi” tepkilerini yansıtan Aşıkpaşazâde gibi bazı tarihçiler sayılmazsa, İslâm ve hanedan tarihleri yazarlar. İran ve Arap tarihçilerini taklit ederler. Bu tarihlerde Türk’e değil, hiçbir halka yer yoktur. Halklar yerine padişahlar vardır. Tarih değil, övgü yazılır. “Fatih Mehmet” yazarı Babinger, biraz insafsız biçimde, Osmanlı tarihçilerini suçlar:

“Salt eski Osmanlı kaynaklarına dayanılırsa, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun iç işlerinin doğru anlatılması zordur... Askeri yenilgileri süsleyip yengi yapar, Sultan’a dalkavukluk eder, ayaklanmalar ve huzursuzluklar karşısında susar.”

Arşiv belgelerine dayalı ilk tarihler, Tanzimat’tan sonra yazılır. Cevdet Paşa bu yolu açar. Tarih yalnız siyasal olaylara yer verirken Mustafa Paşa, Ahmet Vefik Paşa, kurumlar ve fikir yaşamı üzerinde dururlar. “Batılılar gibi” tarih yazmaya özenirler. Hammer’in Osmanlı Tarihi, Tanzimat tarihçilerinin baş kaynağı olur. Bu dönemde, okullarda Osmanlı tarihi okutulmaya başlanır.

“Tanzimat ilân edilip Müslüman olmayan öğelere eşit haklar tanınınca, bu devlet tarihi anlayışı gelişti. Bu anlayış, Türk tarihinin başlangıcını Osmanlı tarihinde görüyor. Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan etnik öğeler arasında ortak değerler arıyor, böylece bir Osmanlılık bilinci yaratıp çeşitli öğeleri birbiriyle kaynaştırmak ve devleti ayakta tutmak amacını güdüyordu. İslâm tarihine paralel olarak yürütülen bu devlet tarihçiliği içinde, doğal olarak, Osmanlı’dan önceki Türk tarihinden hiç söz edilmiyordu.] (I.Kitap, s.13,14)

Buna da şükür, ama...

Demek ki neymiş? 1299 yılında kurulan Osmanlı devletinin bir özel tarihi olduğu ancak şu beğenilmeyen Batı ve Gâvur taklitçisi Tanzimat aydını sayesinde başlamış. Osmanlı denen hanedan ve teb’ası taa 1839’a kadar kendisinin farkında bile olmamış. Tamı tamına 540 yıl, 540 yıl!

Osmanlı tarihi içinde, Kâtip Çelebi’nin cümlesini biraz düzeltelim: İnsansız mülk olmaz ama mülk padişahın mülkü; ordusuz halk olmaz ama ordu padişahın ordusu; parasız ordu olmaz ama para padişahın parası; halk olmadan para toplanmaz ama halk halksa para bulmak zorunda; adalet olmasa halk olmaz ama ne adalet ne de halk var!

2071 yılında Türkiye devlet ve toplumunu Selçukluların ve Osmanlıların görkemli doruklarına çıkarmayı hayal eden AKP Başbakanı R. T. Erdoğan anlaşılan gerçek tarihin ne olduğundan habersiz. Gerçek tarih, insanlık tarihi ile bağlantılı, sosyo-ekonomik tarih demektir. Gerçek tarih sınavında Selçuklu ve Osmanlı devletleri sınıf geçemezler, belge alırlar.

2012 yılının son ayında. Bu iki devleti çağdaş Türkiye toplumuna örnek hedef göstermek, gericilik anlamına gelir, tam anlamıyla bir irticadır.