Oy borsası mı, Türkiye’nin çıkış yolu mu?

“Söz konusu olan seçilmekse, oy dışındaki her şey teferruattır.” Seçim sürecine şu ana kadar damgasını vuran yaklaşım budur. Bu yaklaşıma göre “parti programları” artık teferruat kapsamındadır. “Program doğrultusunda oy kazanma” gündemden düşmüş, “programın oy piyasasına göre yeniden şekillendirilmesi” makbul anlayış haline gelmiştir. Kimi partilerin programı, kolayca istenen şekle girsin diye “sıvılaştırılırken”, “oy adına” programsız yeni partiler kurulmuştur. Seçim ittifakları, artık “ortak programlar” temelinde değil, “oy alışverişi” esasına göre oluşturulmaktadır.

Ekranlarda boy gösteren kimi “oy piyasası uzmanları”, bu süreci “esneklik” içeriği yüksek “yenilikçi bir gelişme” olarak beğeniyle karşılamaktadır. Oysa program, bir partinin belkemiğidir. Esneklik, ancak sağlam bir belkemiği etrafında olduğu zaman, dünyanın değiştirilmesine yaratıcı bir katma değer sağlar. Esneklik adına “belkemiksizleşme” ise, canlıların evrimindeki yumuşakçalar aşamasına geri götürür.

PROGRAMSIZLAŞMA SEÇİMLERİ KURCALANMAYA AÇIK HALE GETİRİR

Türkiye, bugün ancak milletin gücünün bilimin yol göstericiliği altında hazırlanmış doğru bir program etrafında birleştirilip seferber edilmesiyle üstesinden gelinebilecek çetin sorunlarla karşı karşıyadır. Seçim süreci, Türkiye Programı’nı gündeme getirdiği ölçüde bilinçleri berraklaştırarak ülkemizin geleceğinin kuruluşuna katkıda bulunacaktır. Partilerin programsızlaşması, aynı zamanda seçim sürecini, sorunlarımızın kaynağında yatan emperyalist sistemin kurcalamasına açık hale getirmektedir. ABD açısından Batı Asya’daki kilit ülke, Türkiye’dir. Bölgemizdeki gücünü ve etkisini hızla yitirmekte olan Amerika, gerileyişini frenleyip toparlanmak için, kimi partilerin “dış destek” olarak kendisinden medet umması ya da en azından Atlantik Sistemi nezdindeki “kabul edilebilirliklerini” koruma kaygısından yararlanmaya çalışmaktadır. ABD’nin çabası, ülkemizdeki “oy piyasasının programsızlaştırıcı dinamikleri”ni, Atlantik Sistemi’nin “güç piyasası”na tabi hale getirme üstüne kuruludur.

DEĞERLİ SUSKUNLUK’ MU, YOL GÖSTERİCİ BİR PROGRAM MI?

Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de ülkemize karşı örülmekte olan kumpası “teferruattan sayma” tutumu; Trump’ın İran’a karşı yaptırımları yeniden uygulamaya koyma çabası karşısındaki suskunluk; PKK ve HDP’yi küstürmemek için “Atatürk ve Türk milleti” kavramlarından özenle kaçınılması; ekonomimizin batağa saplanmasına yol açmış olan “borçlanma, özelleştirme ve neoliberal düzen”e bağlılık ilanı; iktidarın Atatürk düşmanlığı ve bilim karşıtlığında diretmesinin kışkırtılması; bunların hepsi emperyalist sistemin ülkemiz üstündeki denetimini yeniden kurma çabalarının örnek ve yansımalarıdır.

Kıbrıs’ı ve Doğu Akdeniz üstündeki egemenlik haklarını yitiren bir Türkiye zaafa düşer. İran’a karşı yaptırımların amacı, yalnızca Avrasya Cephesini bölmek değil, ülkemize karşı benzer yaptırımların zeminini döşemektir. Kürdü ve Türküyle bütün milleti birleştirmenin önkoşulu, PKK ve destekçilerinin etkisizleştirilip, Kürt kökenli yurttaşlarımızın özgürleştirilmesidir. Borçlanma, özelleştirme ve neoliberal düzene bağlılık, ekonomimizin zayıf karnı ve bizi Atlantik Sistemi’nin denetimine tabi kılan en önemli etkendir. Atatürk, Türk milletini birleştirme güç ve yetisine sahip yegâne harç; bilim de, geleceğimizi tekmil millet birlikte kurmamızın biricik yol göstericisidir.

KUL SIKIŞMAYINCA HIZIR YETİŞMEZ

Türkiye, bugün hem çetin zorluklarla karşı karşıyadır, hem de bu zorlukların üstesinden gelecek programa sahiptir. Bu program, özünü “ülkemizin yeniden Atatürk Devrimi yoluna sokulması”nın oluşturduğu Vatan Partisi Programı’dır. Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek’in engelleri aşarak Cumhurbaşkanı Adayı olmasının ülkemizin geleceği açısından bir kırılma noktası oluşturması, seçimleri bir “oy borsası” olmaktan çıkarıp, Türkiye’nin Çıkış Yolu’nu seçenekleştirmesi nedeniyledir. Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.