Ozan Gülay Diri

Nasıl “Türkü Yakıldığını” gerçek bir ozandan öğrenmekti amacım. Gülay Diri’ye Batı Torosların 3.000 rakımlı Arap Belinde koyun güderken telefonla ulaştım (İbradı, Antalya). “Gökte yıldız varken, burada şafak söker: Ufuktan sarı bir top doğar” dedi kulağıma (2010). Doğayla yekvücuttu. Aynı akşam Gülay ve Halil Diri’nin Çükür Viran’da (1500 m.) bulunan bağ evindeydim. İş yaparken bir türkü, yemek yaparken ayrı bir türkü söylüyordu, bu Çoban Yıldızı ozan. Halk tababetini, hayvan hekimliğini, mağarada peynir ve kar saklamayı, Eynif, Sobuca ovalarında “yatak” (barınak) çatmayı, türkü yakmayı bilen bir Yörük’tü. Dahası bu yaşantıya yabancı araştırmacıların gerçeği tam yansıtamadığını biliyordu. Gülay Diri’ye göre; dıştan gözlem ve görüşmeler toplumsal olguları doğru kavramak ve yazmak için yeterli değildi. Onların arasında bir süre yaşanmalıydı.

TOROSLARIN SESİ
“Yöre türkülerimiz hâlâ çalınıp söylense de gelişen müzik teknolojisinin yozlaştırdığı bir anlayışla, defin olmadığı orgdan alınan mekanik ritimler, sentetik sesler ve hoparlörler, türkünün aslına tabiatına aykırıdır. Dahası eşlik ettiği kadınlı erkekli dansların bir arada tek bir ahenkle oynamasını zorlaştırır!” diyordu. Bunları söylemekte haklıydı çünkü büyürken türküyle mayalanmıştı. Antalya - Konya İpek Yolu üzerindeki Eynif Ova’sının Tepsili Bucak mevkiinde doğmuştu. “Ben Toros Dağlarında yaylalar ve kışlaklar arasında geçimini çobanlıkla sağlayan, 9 çocuklu bir ailenin en büyük kızıyım. Sekiz yaşından itibaren kapkaranlık gecelerde tek başıma koyun gütmeye; kurt ve çakallardan korunmak için, babamın tembih ettiği gibi öğrendiğim türküleri avazım çıktığı kadar söyleyerek, cesaret ettim. Daha sonra kına gecesi ve düğünlerde ‘düğüşü” yani ‘gelin okşaması’ ismi verilen ve geleneksel bir besteye, gelinle damadın özelliklerine uygun koşuk bir güftenin, bu konuda usta birkaç kadınla birlikte, iki saat gibi kısa bir zamanda yakılmasında’ yer aldım. Sese eşlik eden tek çalgı zilli def, yoksa bir tepsi veya kazandır. Ses, ıslık ve türkü yalnız insanlar için değildir; koyunlar ve keçiler içinde nağmeler vardır. Islıkla hayvanlara ‘durması’, ‘yürümesi’ ve ‘su içmesi’ anlatılır. Yavrulayan bazı koyunlar kuzularını bir başvurmasıyla fırlatıp atabilir. O zaman yavru annenin yanına getirilerek, ıslıkla bir hava tutturulur. Anne sakinleşince, yavru ona koklatılırken bir türkü söylenir. Emzirince başı okşanır.”

İBRADI TÜRKÜLERİ
Gülay Hanım anlatmaya devam ediyordu: “Türkü sözlerinde yöre insanının yaşam biçimi, yörenin doğal koşulları, bitki dokusu, yaban hayvanları oldukça sık kullanılır: ‘Evinizin önü yokuş, çıkamadım ıkış tıkış’; ‘Yalılarda olur geyik tekesi’; ‘Feslikan ektim yalıya’; ‘Sevdiğim keklik palazı’; ‘Budarım bağlar budarım, dalında bülbül güderim’; ‘Yalılarda olur gınalı tavşan’; ‘Akyokuş’u duman bürüdü’; ‘Çöğre de ağacında biter mi korum’ ve ‘Mor menevşe gibi eğmiş boynunu’ bunlara örnektir. Bu türküler aynı zamanda oynamak içindir: İbradı türkülerinin söylenmesi ve oynama şekilleri kadınlarda ve erkeklerde değişiklik gösterir. Kadınlarınki daha tiz ve ritmik, erkeklerinki daha vurgulu söylenir ve oynanır: Yere çökme, diz vurma ağır ama serttir. Osman Efe ve Estiri türküleri çalarken kadınlar da sertleşir. Oyunlar eşli ve müzikal gibidir. Özellikle erkeklerin yerden doğrulup ayağa kalkışları kayadan kalkıp usulca havalanan kartalın cesur, güvenli edasını taşır. Onların birbirlerine ufak omuz vurmaları, birbirinden kaçarmış gibi uzaklaşmaları, göz göze bakışmaları seyirliktir. Türküler sırf eğlenmek için değildir, çoğu da ağıttır. İbradılılar türküleri tarlada, yaylada, tıfran (kirman) eğirir, çorap örerken kendine yoldaş, hüznüne, sevincine ortak eder. Düğünler sonbahardadır. İşler bitmiş, oynamaya, söylemeye vakit vardır. Düğüne ağıtla başlanır: ‘Esme’ türküsü bir kara sevdanın öyküsüdür: Duz (tuz) tabağı belende / Esmem aklın nerende / Kabahat sende değil / Esmem sana gönül verende // Nerden geling Esme Gelin üzümden / Beri gel de bir öpeyim gözünden / Nerden geling Esme Gelin harmandan / Beri gel de bir öpeyin gerdandan // Bağ aldıng bağlattıng nı? / Aman Esmem dayını ağlatıng nı?/ Sana derin Esme gız / Aman düngyayı söyletting ni?// Nerden geling Esme Gelin burmadan (ot koparıp bükerek eşeğe yükleme) / Ayrıldık ya birbirimize doymadan / Nerden geling Esme Gelin odundan / Beri gel de bir sıkayım budundan // Kizip’te (kişi adı) ekin biçer / Göğnünden neler geçer / Doldur Kizip kadehi / Anam! Esme’m teklifsiz içer // Nakarat // Çıtbudağın (diş budak) odunu / Anam yakan bilir dadını (tat) / Kimin gızı olursa / Anam Esme gosun adını // Nakarat // Beyşehir’in hanları, Anam! çifte çalar çanları, Esmeme aşık olmuş / Anam guyunun ilanları (yılan) // Nakarat.”
Bu bilgileri edindikten sonra Gülay Diri hanımla tekrar görüşmek üzere vedalaştık. Bir budunbilimci olarak mesleki becerilerimi kendim yeniden gözden geçirmiş, mesleğimde daha ilerlemiş ve beceri sahibi olmuştum böylece. (Türkçe imlada halen yaşayan ama yazıya yansımayan “ng” sesini ve -mi soru takısını -ni şeklinde aslına uygun yazdım.)