Pamuk, Türkçe biliyor mu?
Pek bilmiyor! Böyle yazınca homurdanıp sen çok mu biliyorsun diye köpüren var. Ben çok iyi biliyorum demedim, o bilmiyor dedim. Fakiri geç, Tahsin Yücel usta bile yazdı: B i l m i y o r. Bir İstanbullu olarak şehrine turist gibi baktığı fotoğraf derlemesi Turuncu’nun tanıtımı şöyle başlıyor: “Kafama uzun siperlikli bir boyacı takkesi geçiriyor, İstanbul’un en ücra, en uzak sokaklarına, en tehlikeli mahallelere gidiyor ve hiç kimse beni tanımıyor ve durduramıyordu...”
Uzun siperlikli boyacı takkesi nedir diye sormadı mı hiç Türkçe bilen entelektüel, aydın okur! Ne takkesi arkadaş, demedi mi! Yazar kasket demek istemiş ama becerememiş, görmediler mi! Bir de o “takkeyle” İstanbul’un hangi tehlikeli mahallesine gitti merak ediyorum, Pamuk için ücra mahallelerin tehlikesi nasıl bir tehlike? Ayrıca cümlenin sadece başı değil, tamamı beter: Nobelli yazar “kafama takke ‘geçiriyor’ diye başlayıp hiç kimse beni durduramıyordu diye bitiriyor. Takke hızlandırıyor demek! Sahiden kimse rahatsız olmadı mı okuyunca! Üslup deyip geçtiler mi acaba? Evet Valéry üslup pahalıya patlar der ama iyi ki okumadı Pamuk’u!
Çok iyi bir yazar anadilini kötü kullanabilir mi? Belki. Gelgelelim Proust için “iyi yazar ama Fransızca bilmez” demiyorlar! Çünkü bilmiyor ya da okuyamıyorlar. Bardak altlığı, takvim, afiş pazarlayan “kültür” dergilerini “tüketenlerin” Proust okuması da beklenmiyor zaten. Mösyönün müdavimi iyi edebiyatın takipçileri. İyi edebiyatın da okuru var, müşterisi değil.
Aksi duruma bakalım: Halide Edip’in Türkçesi harika değildir. Kılçıklı derler. Fakat okuyan ne demek istediğini anlar, çok da sevilir hâlâ. Çünkü kimi balıklar, sadece kılçıkları ayıklandıktan sonra yenir. Sait Faik’in de Türkçesi kusurludur; Memet Fuat yazdı zamanında. Gelgelelim iki yazarda da bir şeyler parıldar. Pamuk, şüphesiz ki ustadır, profesyoneldir, roman kuramını, dünya romanını çok iyi bilir; olumsuz konuşmak had aşmaktır. Fakat bir Abbas Sayar, bir Zeyyat Selimoğlu, bir Füruzan ya da Haldun Taner kadar ışıltılı değildir. Arada fark var. Otlarda yatan adamı görüntüleyen her yönetmen Tarkovski olamaz.
İlber Ortaylı geçenlerde Pamuk Türkçe bilmiyor derken bunu kastetmişti. Fakat hemen klasik tayfa bağırmaya başladı. Zira Pamuk’u anlamadan seven ne kadar çoksa anladığını sanıp seven de onca çoktur. Yazdıklarını okuyamıyorum dersen seni ulusalcı sayacak dolu “entel” gösterebilirim. Yalnız tam tersi de var: “Pamuk’un X kitabını yarım bıraktım, çok kötü yazar” diyenler. Bir kişi, bir yazarı okuyamıyorsa o yazar kötü değildir sayın okur! O kişinin okuma pratiğine bakılmalıdır. Bakalım ilgili arkadaş kimleri okuyor. Okuyabildikleri kimler? Faulkner'a, okur sizi üç kez okuyor, anlamıyor, ne yapsın diye sormuşlar. Üstat da dört kere okusun deyip geçmiş! Yalnız dikkat: Her yazar da Faulkner değildir.
Pamuk olayında bir de çok iyi edebiyat bildiğini düşünenler görülür: “Roman sadece imla değil, adam imla bilmiyor ama” grubu... “Dil demek her zaman kural değil, bak ne kadar anarşistiz” grubu. Diğerlerinden daha beterdirler. Hadi yukarıdakiler edebiyatın dışında, oysa dostlarımız içerdendirler; asıl korkulacak tayfa. Dil, kardeşim, evet kurala göredir ve sıradan okurun Pamuk’u anlayamamasının bir sebebi beyefendinin söz konusu kuralları bilmemesi, bildiğini uygulayamamasıdır. Leylâ Erbil gibi dili yıkmak için özellikle ve estetik biçimde kuralları ihlal etmez; keşke öyle olsa. Ortaylı’nın kastettiği de noktalı virgülün kullanımı değil zaten; onu bu Türkiyeli (!) tayfanın yarısı bilemez!
Toparlansın: Bütün büyük yazarlar, bir dilde yazar doğru ama o dildeki başka bir dilde... Sorun, Orhan Pamuk'un böyle bir dili olmamasıdır. Yoksa o berbat "eğer" kelimesinden sonra se sa ekini kullanıp kullanmamaktan söz etmiyorum. İçinden büyük bir yazarın geçtiği dil, artık o eski dil olarak kalamaz. Genceli Nizami, Yunus veya Nâzım’dan sonra Türkçe, o eski Türkçe değildir artık. Cemal Süreya veya Kemal Tahir’den sonra da... Ama Pamuk: Maalesef... Toptaş, İhsan Oktay Anar: Maalesef. Peki neden bunca sahiplenilir, neden eleştirilemezler. Çünkü Türkiye’de eleştiri kurumsal değildir. Suyun başındakiler de beylerin tanışı, yoldaşı, rakı arkadaşı vesairedir. Ruhsuz, plastik, kansız (ah Beşir Fuat), tuzu biberi olmayan bir dilin yaza”n”ları. Yazandır onlar. Yazan başka yazar başka. Oktay Rifat oku, metnin altında yazarın adı yazmasın, yine de Rifat'tır, dersin... Ama bu kuru tayfada işte o cevher yoktur. Okuduktan sonra seni değiştirmeyen kitapların yazarları. Kafka iyi kitaplar buz tutmuş göle indirilen baltalardır demişti.
Evet Pamuk mükemmel bir yazan. Fakat yazdığı dilin coğrafyasındaki turuncu bir turisttir ancak. Trajik mesele! İçerden değildir. Fotoğraf makinesiyle yaşadığı şehre bakan gezgin. Damarlarında akmaz sokakların. Minare yerine cami minaresi yazabilir, kimileri de bunu üslup beller. Fakat kilisenin minaresi olmaz zaten. Metninden, okura geçmeyen sıcaklığın kaynağı buralardadır. Tanpınar'ın dilde rüya yaratma dediği mesele, yerel olamadığı için Pamuk’ta görülmez. Türkçe bilmez demek, gramer değildir, budur. Tekst, tekstille akraba, dokuma demek... Bir metin, sık dokunmuş eşyadır. Türkçe bilmez demek, dokumanın pamuksuz olmasıdır.
Çok güzel köfte yapan kasabın sattığı kıyma, daima harika olmayabilir; başka yerden almıştır. Fakat kasabın asıl işi de kıyma satmaktır, köfte değil. Şarkıcıdan filmcisine herkesin edebiyat gurusu olduğu Türkiye’de bir köşeye Pamuk’u bir köşeye Refik Halid’i koyup okursan, ne demek istediğimi anlarsın. İyi günler!