Pazar zembilinden çıkan sefil darbe (3)

Bütün gazeteciler ve gazete çalışanları için söylemiyorum: Yeryüzünün en rezil insanları gelmiş de Türkiye'de gazete yazıcısı olmuş sanki. Bunu anlamak için, Demokratikleşme Paketi (!) hakkında yazılan yazılardan bir antoloji yapmak yeter. Yüzde 99,999'u yazmayı bıraktıkları günün üzerinden bir hafta geçmeden unutulacak zavallılar. Fabrika kapısında mesai kartı basar gibi, bordro imzalar gibi yazarlar. Yazı sorumlulukları olmadığı için utanmaları da yoktur. Tezgahlarında, aynı tezgahta, değişik marka otomobil üreten fabrikalara benzerler. Ama fabrikaların sorumluluk ilke ve duygusu vardır, bunlarda böyle bir şey yoktur.

Bunlardan bazıları, ücretli askerler, son Gezi olaylarını fırsat bilerek saf değiştirmeye başladılar. Aslında yaptıklarına saf değiştirmek de denemez, henüz karşı saflara iltica etmediler, bulundukları siperleri terk etmeden, kapısına kul oldukları efendilerine ateş etmeye başladılar. Karşı saflarda duran, bir zamanlar birlikte olduktan sonra ihanet ettikleri eski yol arkadaşlarına işmar ediyorlar.

Roger Garaudy onurlu, şerefli ve haysiyetli bir insandı: Komünizmi terk etmiş Müslüman olmuş ve orada kalmıştır. Bunlar öyle değil, batan geminin fareleri! AKP gemisinin batmakta olduğunun ilk ve somut işaretleri, bunlar. Bir başka iktidar gemisi beklemeye başladılar.

***

Bozguna uğramış liberalizm ordusunun uzatmalı çavuşlarından Atilla Yayla Demokratikleşme Paketi üzerine yazıyor:

"Siyasi partilerle ilgili değişiklikler yerinde ama meselenin özüne dokunmaktan uzak. Mevcut Siyasi Partiler Kanunu'nun en büyük mahzuru, siyasi partilere ideolojik bir kılıf giydirmek istemesi. Kanuna göre, bütün partiler Atatürkçü olmak zorunda. Bu siyasi çoğulculuğu öldürüyor. Partileri devletleştiriyor. Aynı ana partinin şubeleri haline getiriyor... Bu yüzden SPK (Siyasi Partiler Kanunu) Atatürkçülükten arındırılmalı."(Yeni Şafak, 03.10.13)

Şimdi kimileri öfkeli deve gibi köpürecekler. Ama köpürmeleri gereken Atilla Yayla değil, başkaları. Kenan Evren'in tayfaları.

Atilla Yayla, 12 Eylül rejimi tarafından çıkartılan 22 Nisan 1983 tarih ve 2820 sayılı kanunun 4.maddesinden şikayetçi. Okuyalım:

Madde 4 - Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak çalışırlar.

Siyasi partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi, faaliyetleri ve kararları Anayasada nitelikleri belirtilen demokrasi esaslarına aykırı olamaz.

Şimdi bir de şöyle yazıp okuyalım:

Madde 4 - Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Cumhuriyet'in ilke ve devrimlerine bağlı olarak çalışırlar.

Siyasi partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi, faaliyetleri ve kararları Anayasada nitelikleri belirtilen demokrasi esaslarına aykırı olamaz.

***

12 Mart ve 12 Eylül'de, cahil milleti Atatürk düşmanı yapan generaller, her derde deva ebe gömeci gibi her yerde onun adını kullanarak her şeyi berbat ettiler. Askerin sevdiği sözcükle bu "gabi" tayfası Atatürk'ün dokunulmaz adını dokunulur kıldılar. Cumhuriyet varken Atatürk'ün adının ne işi var yasada? Güzelim "Türküm, doğruyum" andına ekleme yaparak, sevimsiz hale getirdiler:

"Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam: Küçüklerimi korumak ve büyüklerimi saymak, yurdumu, ulusumu özümden çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek ve ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun!"

Bu güzelim anda, 12 Mart faşistleri akıllar sıra şu budalaca eklemeyi yapmışlar:

"Ey bugünümüzü sağlayan ulu Atatürk, açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime and içerim. Ne mutlu Türküm diyene!"

1933'te uygulamaya konulan metindeki "Türk"e itiraz etmek alıngan bir ırkçılıktır.

Fransa cumhurbaşkanları, konuşmalarına "Français, Françaises" (Fransız Baylar, Fransız Bayanlar!" diye başlarlar. Çünkü Fransa devletinin kimlik verdiği herkes "Fransız"dır. "Türk" sözcüğü de "kafa kağıdı" ile ilgilidir.

***

Siyasi Partiler Kanunu, benim yazdığım gibi yazılsaydı, Atilla Yayla "SPK Atatürkçülükten arındırılmalı" diye bir cümle yazamazdı. Bir adam Atatürk'e karşı ise kimse bir şey söyleyemez. Ama aynı adam "Ben cumhuriyete karşıyım!" diyemez. Atatürk'ü sevmeden cumhuriyetçi olabilir. Ama rejimi ve yasaları cumhuriyetten arındırarak cumhuriyetçi kalamaz.

Atatürk adıyla her kapıyı açmak ve kapatmak isteyenler, onun güzelim adını bozuk para gibi harcadılar.

Türkiye Cumhuriyeti varken, "Atatürk cumhuriyeti" demek ne demek?

Cumhuriyet devrimleri varken, "Atatürk devrimleri" demek ne demek?

Atatürk'ü , dil bilincinden yoksun oldukları için, "Kişiye Tapınç"a sapan bu türden Atatürkçülerden korumak gerek.

***

Şimdi benim sözüm, AKP tarikatı hükümetinin çıkardığı Demirkıratlaşma Pakettası'nı beğenenlere değil, karşı olanlara. Sözüm, "Türküm, doğruyum!" andının kaldırılmasına feryat edip, türbanın kamusal alanda kullanılmasını alkışlayan, genel liselerin imam-hatiplere dönüştürülmesine ses çıkarmayan MHP'ye değil, CHP'ye:

İmam-hatip okulları pirinhalar gibi laik okulları yerken, kiminiz demokrat (!) görünmek için, kiminiz (CHP) muhafazakar oyları kazanmak için sesinizi çıkarmadınız. Pirinhalar devrimi paralayıp karşı devrimi yumurtladılar. Şimdi karşı devrime türbanı üniforma olarak giydiriyorlar. Neden? Çünkü laikçi (!) görünmemek için laiklik sözcüğünü kullanmaktan korktunuz. Laik bilinç olmadan cumhuriyetçilik, halkçılık ve devrimcilik olur mu?

Ne oldu? Karşı devrim pirinhaları, türbanın kamusal alanı ele geçirmesiyle yetinmiyorlar, yargının, polisin ve TSK'nın da kullanmasını istiyorlar. Polis çoktan razı bu işe. TSK da boyun eğer. Hatta imamları Harbiyelerine alır.

Zaten türban Okul'a girdiği gün ne Cumhuriyet kalmıştır artık ne de devrimleri... Böyle biline!

(Devam edecek)