Pera’da kimlik değişimi
Cadde, sokak ve de semtlerin de aynı kentin içinde yer almalarına karşın, birbirlerinden oldukça farklı, kendilerine özgü kimlikleri vardır. Bu kimliğin oluşmasında da hiç kuşku yok ki, semtin ya da caddenin geçmişi, sakinlerinin ortak bir paydada buluşması, sosyo-kültürel açıdan farklılıklar ve bunlar gibi birçok şey önemli bir rol oynar. Aynı kentin, aynı semtinin aralarında en fazla yirmi adımlık uzaklıkları olan birbirlerine paralel caddelerinin bile bir başka kimliği ve bu kimliği oluşturan bir başka belleği vardır. Çok uzaklara gitmeye hiç gerek yok… Mesela İstiklal Caddesi… Bu caddeye bırakın paralel caddelerin kimliğini, bu paralel caddeleri birbirine bağlayan ara sokakların bile öne çıkan bir özellikleri, karakterleri vardır. Bu sınırlı topografyanın içinde birbirleriyle her bir açıdan farklılık gösteren sokaklar, bir birlerinin dokunmadan –kimi zaman kavuş gibi olarak- sanki birbirlerine yabancıymış gibi uzanıp giderler.
19. yüzyılın ikinci yarısında yolu Costantinopolis’e düşen ünlü İtalyan yazar Edmonda De Amicis, bir kentin, bir semtinde, yana yana düşen bu farklı kimliklerden “Her iki sahil de Avrupa’dadır, fakat köprünün Avrupa’yı Asya’ya bağladığı söylenebilir. Zira, İstanbul’da Avrupalı olan sadece topraktır. Etrafını çeviren küçük Hıristiyan mahallelerinde bile Asyalı hali ve karakteri vardır. Bir nehre benzeyen Altın Boynuz, iki dünyayı, okyanus gibi birbirinden ayırır” diye söz eder…
Eskilerin Grand Rue de Pera ya da Cadde-i Kebir’i olarak isimlendirdikleri günümüzün İstiklal Caddesi’ni gelelim… Bu caddenin oldukça geçmişe uzanan tarihini, farklı dönemlerde açılıp kapanan mağaza/dükkan/mekanlarının kimliklerine bakarak da yazmak mümkündür. Çünkü bu cadde; hemen hemen her 30 yılda bir değişim/dönüşüme uğrayan yapısıyla bir çeşit yaşadığı dönemlere de bir not düşmüştür. Ya da bu coğrafyadaki her dönemin geleceğe yönelik özelliklerinin ilk provası bu caddede prova edilip denenmiştir. İkinci meşrutiyet, 31 Mart olayları, mütareke dönemi, beklenmeyen misafir Beyaz Rusların gelişi, işgal yılları, Cumhuriyetin ilanı, varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları, ekaliyete yönelik yasalar, öğrenci hareketleriyle bir mayıslar ve de Arap turistlere yönelik ticaret yoğunluğu… Her bir olay bu caddenin kimliğini değiştirmiş, dönemin ruhuna uygun bir görünümüne sokarak yaşamını sürdürmesine zemin hazırlamıştır.
Bu değişim/dönüşümler sonucunda Beyoğlu, yaşam biçimlerinin beraberinde getirdiği tecimsel olguların sonucunda da benzer kimlikleri oluşturmuştur. 20. Yüzyılın başlarında Concordia, Naum ve Fransız tiyatrolarıyla operaların semti, Beyaz Rusların gelişiyle barların, restoranların merkezi, sonrasında sıra sıra Bon Marşelerile modanın, zarafetin durağı olmuş, son yıllarda ise sırasıyla; birahaneler, kebapçılar, kafeler, derken Arap turistlere yönelik şeker/lokum/tatlıcı dükkanlarının şaşırtıcı çoğunluğu ile bir başka kimliğe geçiş yapmıştır. Her gelen kimlik bir öncesini silmiş, bir anda cadde yalnızca mekanları ve tabelalarıyla değil o mekanları besleyen konuklarıyla da bir başka değişim/dönüşümü yaşamıştır.
Ama zaman içindeki bütün bu değişimlere karşın, kimi yapılar/mekanlar her bir yeniliğe karşı direnç ya da uyum göstererek ayakta kalıp günümüze dek ulaşmanın üstesinden gelmiştir. Tıpkı geçtiğimiz günlerde kapılarını kapamaya hazırlanan Markiz’in karşısındaki Lebon gibi.
Biliyorum, çoğu kişi için bu ve buna benzer mekanların hiçbir anlamı ve de önemi yoktur. İlla olması da gerekmez. Bu da çok doğaldır. Ama bir kenttin, bir semtinin, bir büyük caddesinde öyle markalar vardır ki, onları tanımasak da, içlerine bir gün olsun girmesek de, hatta ve hatta çoğu kişi için bir anlam ifade etmese de, o yine bulunduğu yerin ağırlığını geçmişe ilişkin bir dizi anıyı taşır. Sanki bu yapılar bir kentin adı konmamış anılardan oluşmuş bir abidesi, bir tarih hazinesi gibidir. Bu ve buna benzer yapıların önemi ne yazık ki, önlerinden geçerken farkına varılmayıp ıskalandıklarında değil de, aksine caddenin suretinden silindikten sonra karşımıza çıkar. Onların, öykülerde, romanlarda, filmlerde, dahası o kentin tarihinde, onca yaşanmışlıklarında –yani anılarda- karşımıza çıkması da bu yüzdendir…
Pera’da, Lebon’u da uğurlayacağımız bir zaman diliminden geçiyoruz. O da bir zamanlar aynı topografyayı paylaşan Tokatlayanlar, Emekler, Elhamralar, Bonmarcheler, Concordialar, Naumlar ve de Lüksemburglar gibi bu caddenin silinen süetleri arasına katılacak. Zaman bunu emrediyor çünkü…
Ah Beyoğlular, Vah Beyoğlular boşuna yazılmadı…