Perinçek Türkiye'ye lazım

Kendisini ilk ne zaman gördüm?

Galiba 1968 Ankara'sında.

Gençlik toplantılarından birinde uzaktan göstermişlerdi.

(Bir yıl kadar sonra yüz yüze tanışma fırsatı buldum.)

Ben yeniyetme bir solcu, o ise teorisyen ve tanınmış bir gençlik lideriydi.

FKF'nin (Fikir Kulüpleri Federasyonu) başkanıydı.

1968'de bütün dünyada bir tür "gençlik isyanı" yaşanıyordu...

FKF: Türkiye'de '68 eylemlerini yöneten solcu gençlik örgütüydü.

Dev-Genç adını aldı 1 yıl kadar sonra.

Üniversitelerde ideolojik hegemonya... En geniş taban... Eylemde etkinlik...

Hepsi soldaydı.

(Burada kısa bir parantez  açalım.

Evet Türkiye'nin '68'i başlarda Batı’dan etkilendi.

Fakat çok geçmeden yolları ayrıldı.

Batı gençliği görünüşte sistem karşıtıydı.

“İsyan” makamıyla çıkmışlardı yola.

Fakat çabuk ehlileştiler.

Dertleri "sistem" değil, orta sınıfın yaşam tarzıydı artık.

Sloganları "Savaşma! Seviş!" oldu.

Şu soru yerindedir: Nasıl bu kadar kolay döndüler?

Sistem, proletaryasını olduğu gibi, gençliğini de satın alabilecek kaynaklara sahipti. Bugün öyle değil.)

HHH

Türkiye gençlik hareketi Batı’dan farklıydı.

Üç sütun üzerinde yükseliyordu.

Birincisi: Batı emperyalizmine karşı Türk milli devletinin tam bağımsızlığını savunuyorlardı.

İkincisi: Milli devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, gençlik hareketinin mücadele bayrağıydı. Gençlik, Atatürk'ü, kurucu lidere saygının ötesinde, bir devrimci programın sembolü olarak görüyordu aslında.

Üçüncüsü: Gençlik ve örgütleri, ideolojide ağırlıklı olarak sosyalist, siyasette halkçıydı. Merkezinde emekçilerin bulunduğu milli sınıflara dayanmayı seçmişlerdi.

Bu yüzden, dönemin başlıca gençlik önderleri Doğu Perinçek, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan... Girdikleri mücadeleyi İkinci Kuvayı Milliye olarak ilan etmişlerdi.

Gezmiş ve Çayan, bu dünyadan erken koparıldılar (1972).

Yaşasalardı bugün tam ne yaparlardı bilemeyiz.

Bildiğimiz: 12 Mart sıkıyönetim mahkemelerinde duruşlarını bozmadılar.

Bir şey daha biliyoruz: Gezmiş ve Çayan'ın takipçileri, emperyalizme karşı milli devleti savunmaktan, Atatürk'e sahip çıkmaktan adım adım uzaklaştılar maalesef. Bugün yine maalesef, Atatürk ve milli devlet karşıtlığı mevzisine yerleştiler.

HHH

Ya Perinçek ne yaptı?

Soru şu: 1968'in üzerinden tam 55 yıl geçti. Üç milli prensip konusunda siyasi siciline neler yazıldı acaba?

Önce bir konuya dikkat çekelim.

Kamuoyunda bir algı imal edildi: Perinçek sürekli görüş değiştirir diye.

Elbette zamanla onun politik söyleminde de öncelikler ve vurgular değişti.

Yanlışları da oldu. Malum: Sadece ölüler hata yapmaz.

Ama Perinçek, 1960'ların üç milli ilkesini, onlardan kopmak bir yana, giderek derinleştirdi.  

Bugünün düşündürücü olgusu şudur: Küçük ya da büyük, eskinin bilinen sol partileri için emperyalizme karşı milli devleti ve Atatürk'ü savunmak, lekeli bir tercih haline getirildi.

Türkiye için ayıplı bir durumdur bu.

HHH

(Bir parantez daha açmak istiyorum.

Bazı aydınlarımız Perinçek'i savunurken, genellikle Ermeni soykırım yalanına karşı mücadelesine yaslanıyorlar.

Haksız değiller.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde kazanılan dava, başarının en çıplak ve en kulpsuz halidir.

"Kulpsuz" diyorum.

Çünkü: Atlantikçi psikolojik harekat merkezlerinin " kulp" takıp değersizleştirmeyi başaramadıkları, Perinçek'in belki de en önemli başarı hikayesidir.

Bu yüzden, Vatan Partisi'nin lideri için, uzak/ yakın, her çevrede, az ya da çok takdir konusudur.

Bu dolaysız gerçek, rolünü oynamaya devam edecektir.)

HHH

Tekrar emperyalizme karşı milli devleti ve Atatürk'ü savunma konusuna dönelim.

Türkiye'nin NATO süreci bize şunu öğretti:

Solcu, sosyalist, hatta komünist olabilirsin...

İslamcılığı ya da muhafazakarlığı seçebilirsin...

Tercihini milliyetçilikten yana da kullanabilirsin...

Emperyalist merkezler için bunların her biri tek başına zararsız tercihlerdir.

Yeter ki emperyalizme karşı mücadele etmeye kalkmasınlar.

HHH

Perinçek'in siyasi hayatı, bu tespitin sağlaması gibidir.

Eline silah almamasına rağmen 1971, 1980, 1990, 1998 ve 2008'de, yani her 10 yılda bir içeri atıldı.

Kendi deyimiyle, "40 yılda 5 kuşakla hapis yattı".

Özellikle Ergenekon sürecindeki durumu tipiktir.

ABD ve NATO Gladyosu FETÖ, iki kuvvete birlikte saldırdılar.

Biri, milli devletin savunma gücü TSK/Türk Silahlı Kuvvetleri... Diğeri İşçi Partisi (Vatan Partisi).

Başka  hiçbir kuvvet hedefte değildi.

Oysa adı "komünist" " sol-sosyalist-sosyal demokrat" birçok parti vardı ortalıkta.

Onlar emperyalizme karşı mücadeleyi gündemlerinden çıkarmışlardı. Emperyalizm de hiçbirinin adını "sakıncalı defteri"ne yazmamıştı.

Tribünlerde rahat seyirci koltuğuna kurulmuşlar... Atlantik sistemine, "Vur! Vur!" diye tempo tutuyorlardı adeta.

 *  * *

Perinçek, yarım yüzyılı aşan bir süredir siyasette.

Hep gündemde kalmasını başardı.

Süreçlere tanıklıkla, onları tahlil etmekle hiç sınırlamadı rolünü.

Özgüveni yüksek.

Onun deyimiyle ifade edelim: "Tarihe müdahale etmekten" vazgeçmedi. Öyle gözüküyor ki, Perinçek etkisini 14 Mayıs seçimlerine de yansıtacak...

HHH

Doğu Bey'le ilk tanışmamın üzerinden 50 yılı aşkın süre geçti.

Sonradan yakın temasımız bir biçimde sürdü.

1970'lerde Genel Başkanım...

1980'lerde istişare ettiğim lider oldu.

1990'lar ve 2000'lerde yayın organlarında yazdım.

Uzun süre Ulusal'da Çıkış Yolu programında karşılıklı oturduk.

Sıkıntılı dönemimde ağabeyim ve

Aile dostum...

Siyasetimizin yorulmaz maratoncusu...

Emperyalizme karşı bağımsızlık davamızın öncü fedaisi...

Türkiye'nin stratejik sismografı...

Son sözüm: Perinçek Türkiye'ye lazım.

Bir imza da sizden...