Peru ve Türkiye: Halkın ahlakı yok!-(TAMAMI)

“Sözcükler” dergisinin 38. (Temmuz-Ağustos 2012) sayısında Mario Vargas Llosa yapılan ilginç bir söyleşi yayınlandı. Söyleşiyi Jan Martinez Ahrens yapmış, El Pais yayınlamış, Türkçeye Alişan Çapan çevirmiş. Söyleşi “Gösteri Uygarlığı” başlıklı denemesinin çevresinde yapılmış.

'Yandı gülüm keten helva'

Llosa, günümüzün dingili çıkmış kavanoz kıçlı dünyasında, “Kültür” denilen kavramın artık tanımlanmasının mümkün olmadığını söylüyor. Gerisini ben tamamlıyorum: Kültür ister bireysel olsun, ister toplumsal ya da ulusal, her anlamda da “biriken şey” anlamına gelir. Kültür eskiden kafanın içindeydi, kütüphane ve kitaplıklardaki kitaplardaydı, şimdi bilgisayarın kutusunun içinde. Günümüz kültürünün bir elektronik kutunun içine kapatılması, bireyin ve toplumun kültürün dışına atıldığı anlamına gelir.

Dergide yayınlanan fotoğrafta, Llosa’nın arkasındaki fonda kocaman bir kitaplık görülüyor. Bir de salonu fırdolayı dönen iç balkona çıkan merdiven var. Orası da kitaplık. Bu, Güney Amerikalı zengin yazar ve aydınlara özgü evdir. Ben bu türden kitaplık evlere özenerek, ürkerek bakarım. Bu türden kitaplık evler, kütüphaneler, kitaplıklar, kısacası “kitap” denilen şey, eskiden insanlara ürküntü verir ve bir hiyerarşiyi zorlardı.

Mario Vargas Llosa’yı yorumluyorum: Kültür dediğimiz şeyin artık tanım ve tarifini yapamıyorsak, her şey kültürel olabilir ya da olmayabilir. Çünkü artık ortada ana model yok. Artık hiyerarşisi ve referansları olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Bu da artık herkeste, her şey değilse bile olabilirmiş yanılsaması uyandırıyor. Bu nedenle kimsenin “sıraya geç” komunutunu dinlemeye niyeti yok. Şimdi artık vurdumduymazlık ve eğlencelik gösteri anlayışı küresel iktidarını kurmuş durumda.

Artık, bilgisayarı olan her zibidi Mario Vargas Llosa’ya denktir; gazetelerin ikinci sayfasında boy gösteren yaz dilberi Leyla Erbil’den, Nezihe Meriç’ten çok daha önemlidir.

Peru nire, Türkiye nire!

“Gösteri uygarlığı aydınlara anestezi etkisi yapıyor, gazeteciliğin içini boşaltıyor, en önemlisi siyaseti değersizleştiriyor. Siyaset sahnesinde her geçen gün baskın hale gelen davranış biçimi sinizm ve yolsuzlukların hoş görülmesi oluyor.”

“Llosa’nın ifade ettiği durumu “Conversacion en La Catedral” kitabında yer alan, vatanı Peru’dan aktardığı bir hikaye ile somutlaştırmak mümkün.”

Aslına bakarsanız, bu yazıyı, biraz sonra okuyacağınız alıntıyı yapmak için yazıyorum:

“Yazar Jorge Eduardo Benavides Peru’daki son başkanlık seçimleri zamanında bir taksi şoförüyle aralarında geçen konuşmada şoförün oyunu, çeşitli yolsuzluklar ve cinayetler nedeniyle 25 yıllık cezasını çekmekte olan diktatörün kızı Kaiko Fujimori’ye vereceğini öğrendiğinde hayrete düşmüş.”

“Eski başkan Fujimori’nin adi bir hırsız olması sizin için önemli değil mi?” diye sormuş taksiciye.

“Hayır,” demiş taksici “çünkü Fujimori kararınca çaldı.

“Kararınca”. Ahlaki vurdumduymazlık. Gösteri uygarlığı.

Halk da çürür hem de hızla

Osmanlı döneminde bahşiş ve rüşvet gündelik hayatın içine girmiş ve sıradanlaşmıştı. Öyle ki oğullarına kız istemeye giden anaların, oğlunun içkisi, sigarası, kumarı, umumhane alışkanlığı bulunmadığını söyledikten sonra, sıra gelir faslında gelince, “Güzel evladımın, 100 kuruş maaşı, 500 kuruş rüşveti var” dediği bilinir ve söylenir. Rüşvetin kavramsal içi boşalmış, kavramsal içeriği boşaldığı için de ahlaki içeri yok olup gitmişti. Rüşvet doğallaşmıştı.

Perulu şoförün hırsızlığı kanıksayan ahlakı yozlaşarak ikiye bölünmüş, kendisi ikiye bölünürken hırsızlığı da ikiye ayırmış: Kararınca çalanlar, bağışlanacak sınırı aşarak çalanlar. Bunun bir de üçüncü evresi var: Ahlakın yalama olması. Perulu yazar ile şoförün konuşmasından bu ülkede ahlakın artık yalama evresinde olduğunu anlıyorum.

Halklar öylesine yozlaşırlar ki kızlık zarına fermuar diktiren kadına dönüşürler. Siyasal Sol’un hırsızlığına alışmadıkları için, zamanın İstanbul Belediyesi’nde tek rüşvet olayı olan İSKİ skandalını asla unutmazlar. Oysa Büyükşehir Belediye Başkanı, emrinde çalışan İSKİ genel müdürünü bizzat ihbar etmiş, hapse mahkûm olmasını sağlamış. Tuhaf halk İSKİ Skandalı’nı asla unutmuyor, ama AKP döneminde onlarca değil yüzlerce İSKİ skandalı olmasına karşın bu partiye olan muhabbetinde bir santim gerileme olmuyor, hatta çoğalma oluyor.

İSKİ olayı döneminde hırsızlık ve rüşvet henüz doğallaşmamış ama AKP döneminde iyice doğallaşmış. Halkın ahlakı yalama olduğu için hırsızlık doğallaşmış, hırsızlık doğallaştığı için halkın ahlakı giderek daha bir yalama olmuş ve cıvata sıyırmış.

Bütün bunlar dindar bir parti zamanında oluyor. Halkın ahlakının yalama olması AKP’nin en büyük gücü artık. Örneğin, ülke Suriye ile neredeyse savaş durumuna gelmiş ama bu durum AKP’ye oy veren yalama olup sıyırmış seçmenin umurunda bile değil. Belki savaşta da bir avanta vardır!

Buna çöküş denir

AKP’nin iktidar döneminde yasama, yürütme, yargı tam anlamıyla yalama olmuş durumda; din zaten din adamları yüzünden yüzlerce yıldır yalama olup sıyırmış… Halk da iyice yalama olmuş…Yakında tamamen sıyıracak. Bu duruma adıyla-sanıyla “çöküş” denir. İslamcı AKP’nin devr-i saadetinde, fuhuşun, kumarın, rüşvetin, hırsızlığın, ensestin ve kadın cinayetlerinin yüzlerce kez artması bunun kanıtları değil mi?